İslam dinine göre devletin temel fonksiyonlarından(görevlerinden) birisi de ‘yargı’dır. Toplumda haksızlık, suistimal(görevleri kötüye kullanmak), adaleti hakim kılmak, sosyal barışın ve güvenin temini, devletin vazgeçilmez görevidir. İnsan ilişkilerinde ve sosyal hayatta, önerilen ilkeler ve hedefler, ancak hak, hukuk ve adalet esasına göre işleyen bir yargı teşkilatı ile mümkün hale gelir. Dünyevi ve uhrevi sorumluluk ve mesuliyetin gereği, devletin adaleti hakim kılmasına bağlıdır. Ayrım yapılmadan kişilerin dışa yansıyan görüşleri ile içe dönük irade ve arzuları istikrarlı ve adil bir yargılama sistemiyle çözüme kavuşur.
Kıymetli Okuyucularım
Yargı önünde verilen karar ne kadar titiz bir çalışmanın ürünü olursa olsun kişinin ahiretteki sorumluluğu vicdani ve manevi mesuliyeti bakımından tatmin edici bir çözüm olmayabilir. Bu sebepten dolayı İslam hukukunda şahıslar arasındaki ihtilafların yargı yoluyla çözümlenmesi ilkesi getirilmiştir. Kişilere, yargının vermediği hakkı, bizzat kendisinin alması(İhkakı Hak) hakkı tanınmamıştır. Yargı tarafından karar altına alınmayan bir borcu ödeme mükellefiyeti(görevi) kişilere hak olarak getirilmiştir. Böylece kişilerin dindarlığı ve toplumsal adaletin ve vicdani mesuliyetin gerçekleşmesi sağlanmıştır. Konuyla alakalı şanlı peygamberimiz(ona selam olsun) bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Sizler ihtilaflarınızı(anlaşamadığınız konuları) bana getiriyorsunuz. Muhtemeldir ki bir kısmınız diğerine göre delilini(gerçekte haksız olduğu halde) daha düzgün ifade edebilir. Ben de ondan işittiğime göre onun lehinde hükmedebilirim. Bu şekilde, kime kardeşinin bir parça hakkını alıp vermişsem sakın onu almasın. Zira ben zahire göre verdiğim bir hükümle ona ancak ateşten bir parça vermişimdir.” buyurmaktadır. Bak. Müslim, Tirmizi ve İslam İlmihali C. 2. Say. 407.
Kıymetli Okuyucularım
İslam alimleri(hukukçuları) baktıkları davalarda devamlı olarak ‘zahire’ (eldeki mevcut deliller) göre karar ve hüküm vermişlerdir. Olayların gerçeğini ve sırlarını bilenin ise sadece Allah olduğunu ifade etmişlerdir. Yukarıdaki hadis ve ifadeler hakimin kararının verdiği hükmünün helalı haram, haramı da helal yapmayacağını fakat adaletin ve kamu düzeninin sağlanabilmesi için zahire(eldeki delillere) göre işleyen böyle bir yargılama hukukunun da vazgeçilmezliğini ortaya koymaktadır. İslam hukukunda ve yargılama konusunda çok zengin bir ‘hukuk doktrini’(prensibi) oluşmuştur. Bu alanda “Edebül Kadi” ve “Edebül Kaza” türü kitaplar yazılmıştır. Bunların gayesi ve yazılış sebebi yargılamada adaletin tecellisi için gösterilen olağanüstü gayret ve zengin bilgi birikiminin yansımasıdır. Çünkü, İslam hukukunda haksızlığa uğrayan ya da haksızlığa uğradığına inanan bir kimsenin, bu hakkını kendiliğinden alması yanlıştır. Yetkili idari ve adli mercilere başvurulması gereklidir. Bak. İslam İlmihali, cilt 2. Say. 407-408. Netice itibariyle ‘Adalet adil adamların elinde vezir olur. Adil olmayan adamların elinde rezil olur’ anlayışı topluma yerleşmiştir.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Zekeriya Kılıç
YARGILAMA HUKUKU VE DEVLETİN GÖREVLERİ
Kıymetli Okuyucularım
Yargı önünde verilen karar ne kadar titiz bir çalışmanın ürünü olursa olsun kişinin ahiretteki sorumluluğu vicdani ve manevi mesuliyeti bakımından tatmin edici bir çözüm olmayabilir. Bu sebepten dolayı İslam hukukunda şahıslar arasındaki ihtilafların yargı yoluyla çözümlenmesi ilkesi getirilmiştir. Kişilere, yargının vermediği hakkı, bizzat kendisinin alması(İhkakı Hak) hakkı tanınmamıştır. Yargı tarafından karar altına alınmayan bir borcu ödeme mükellefiyeti(görevi) kişilere hak olarak getirilmiştir. Böylece kişilerin dindarlığı ve toplumsal adaletin ve vicdani mesuliyetin gerçekleşmesi sağlanmıştır. Konuyla alakalı şanlı peygamberimiz(ona selam olsun) bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Sizler ihtilaflarınızı(anlaşamadığınız konuları) bana getiriyorsunuz. Muhtemeldir ki bir kısmınız diğerine göre delilini(gerçekte haksız olduğu halde) daha düzgün ifade edebilir. Ben de ondan işittiğime göre onun lehinde hükmedebilirim. Bu şekilde, kime kardeşinin bir parça hakkını alıp vermişsem sakın onu almasın. Zira ben zahire göre verdiğim bir hükümle ona ancak ateşten bir parça vermişimdir.” buyurmaktadır. Bak. Müslim, Tirmizi ve İslam İlmihali C. 2. Say. 407.
Kıymetli Okuyucularım
İslam alimleri(hukukçuları) baktıkları davalarda devamlı olarak ‘zahire’ (eldeki mevcut deliller) göre karar ve hüküm vermişlerdir. Olayların gerçeğini ve sırlarını bilenin ise sadece Allah olduğunu ifade etmişlerdir. Yukarıdaki hadis ve ifadeler hakimin kararının verdiği hükmünün helalı haram, haramı da helal yapmayacağını fakat adaletin ve kamu düzeninin sağlanabilmesi için zahire(eldeki delillere) göre işleyen böyle bir yargılama hukukunun da vazgeçilmezliğini ortaya koymaktadır. İslam hukukunda ve yargılama konusunda çok zengin bir ‘hukuk doktrini’(prensibi) oluşmuştur. Bu alanda “Edebül Kadi” ve “Edebül Kaza” türü kitaplar yazılmıştır. Bunların gayesi ve yazılış sebebi yargılamada adaletin tecellisi için gösterilen olağanüstü gayret ve zengin bilgi birikiminin yansımasıdır. Çünkü, İslam hukukunda haksızlığa uğrayan ya da haksızlığa uğradığına inanan bir kimsenin, bu hakkını kendiliğinden alması yanlıştır. Yetkili idari ve adli mercilere başvurulması gereklidir. Bak. İslam İlmihali, cilt 2. Say. 407-408. Netice itibariyle ‘Adalet adil adamların elinde vezir olur. Adil olmayan adamların elinde rezil olur’ anlayışı topluma yerleşmiştir.