Kıymetli okuyucularım.
Ekranlara baktığımızda terbiye denilen o güzel davranışlarımızın yok edildiğini görüyoruz. Gün geçtikçe daha da vahim bir hâl aldığına şahit oluyoruz. Adab-ı Muaşeret denilen (Toplumun uyması gereken kuralları) ye yediden yetmişe herkesi ilgilendiren davranış biçimleri bilerek tahrip ediliyor. Konuşması gerekenler susuyor. Medyatik şovmenler rant peşinde koşuyor. Sosyal medya ve TV kanalları başta gençliğimiz olmak üzere kadınıyla erkeğiyle bir nesli mahvediyor. Bunları görünce 1974'lere gidiyorum. Rahmetli Abdi dedem (Annemin babası) Sarıyer'de oturan kızını ziyarete gidecek. Dedem okur-yazar değil. Dört buçuk yıl Bahriye askerliği yapmış. Hatıralarını anlatırken, "Oğlum ben Atatürk'ü iki defa sırtıma alıp ıslanmadan karaya çıkardım. Çok iyi bir insandı ve çok iyi bir komutandı. Keşke biraz daha ömrü olsaydı" diyerek sevgini ifade ederdi. Eminönü'nden belediye otobüsüne bindiriyorlar. Sarıyer son durakta karşılamalarını söylüyorlar. Dedemin ayağında kara lastik, üzerinde ceket ve yelek, bir de köstekli saat. Ayağında kilot pantolon. Bir durak sonra otobüse binen genç bir kız dedemin yanına oturuyor. Mini etekli birisi… Oturunca daha da açıldığı için eliyle kısa eteğini aşağıya çekmeye çalışıyor. Kız rahatsız oldu diye rahmetli dedem, "Kızım bunu bir tutam (10 santim) uzun giysen de böyle rahatsız olmazsan" dediğinde o terbiyesiz ayağa fırlayarak "Sana ne? Sen ne karışıyorsun. Terbiyesiz. Yobaz" der demez dedem de ayağa kalkarak, "Uçkurunu (Kemer yerine kullanılan bez) çözüyor ve "Utanmaz rezil. Benim senin gibi 21 tane torunum var. Benim de hürriyetim var. Ben de pantolonumu çıkarıp donumla (uzun külot) oturacağım" diyor. Şoför otobüsü Beşiktaş Polis Karakolu'na çekiyor. Dedem sert birisi… Bağırıp çağırıyor. "Bu edepsiz, bu terbiyesiz bana nasıl hakaret eder" diyerek tepkisini gösteriyor. Kimliğini çıkartıp kendisini tanıtıyor. Damat Büyükdere'de gümrük amiri haber veriyorlar ve dedemi oradan alıyorlar. Kıymetli okuyucularım.
Bizim de öğretmenlerimiz oldu. Bizler de çok protokollerde bulunduk. Hiçbir zaman büyüklerimizin yanında ayak ayak üzerine atarak oturmadık. Şimdilerde bakıyorum da 85 milyonun gözü önünde hatta iç elbiseler gözükecek şekilde oturan gençlerimizin sayıları devamlı artıyor. Bir Allah kulu da çıkıp "Oğlum, kızım bu yaptığın ayıptır" demiyor. Magazin programları ise tam bir rezalet! Bit pazarından giyinen gösteriş budalası kabadayılara benzemeye başladık. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un Safahat'taki tabiriyle "Dilli düdükler. Şakşakçı düdüklere" benzemeye başladık. Ben hiçbir öğretmenimden böyle bir tavsiye almadım ve duymadım. Anne, baba, amca, dayı ve büyüklerimizin yanında nasıl oturmamız gerektiği mutlaka anlatılmalıdır. Özgürlükle, cazgırları birbirine karıştıranlar yanılıyorlar. Çağdaş yobazlarla gerçek çağdaşlığı mutlaka ayırt etmeliyiz. Mektep, medrese görmemiş olan anacığım bir tarih İstanbul'dan gelen torununa, "İnsan gibi oturmasına öğren. Büyüklerinin yanında ayak ayak üstüne atılmaz" demişti. Onlar hakiki çağdaş insanlarmış... Mekânları cennet olsun.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
ZEKERİYA KILIÇ
KİM ÇAĞDAŞ KİM YOBAZ BİRLİKTE BAKALIM
Ekranlara baktığımızda terbiye denilen o güzel davranışlarımızın yok edildiğini görüyoruz. Gün geçtikçe daha da vahim bir hâl aldığına şahit oluyoruz. Adab-ı Muaşeret denilen (Toplumun uyması gereken kuralları) ye yediden yetmişe herkesi ilgilendiren davranış biçimleri bilerek tahrip ediliyor. Konuşması gerekenler susuyor. Medyatik şovmenler rant peşinde koşuyor. Sosyal medya ve TV kanalları başta gençliğimiz olmak üzere kadınıyla erkeğiyle bir nesli mahvediyor. Bunları görünce 1974'lere gidiyorum. Rahmetli Abdi dedem (Annemin babası) Sarıyer'de oturan kızını ziyarete gidecek. Dedem okur-yazar değil. Dört buçuk yıl Bahriye askerliği yapmış. Hatıralarını anlatırken, "Oğlum ben Atatürk'ü iki defa sırtıma alıp ıslanmadan karaya çıkardım. Çok iyi bir insandı ve çok iyi bir komutandı. Keşke biraz daha ömrü olsaydı" diyerek sevgini ifade ederdi. Eminönü'nden belediye otobüsüne bindiriyorlar. Sarıyer son durakta karşılamalarını söylüyorlar. Dedemin ayağında kara lastik, üzerinde ceket ve yelek, bir de köstekli saat. Ayağında kilot pantolon. Bir durak sonra otobüse binen genç bir kız dedemin yanına oturuyor. Mini etekli birisi… Oturunca daha da açıldığı için eliyle kısa eteğini aşağıya çekmeye çalışıyor. Kız rahatsız oldu diye rahmetli dedem, "Kızım bunu bir tutam (10 santim) uzun giysen de böyle rahatsız olmazsan" dediğinde o terbiyesiz ayağa fırlayarak "Sana ne? Sen ne karışıyorsun. Terbiyesiz. Yobaz" der demez dedem de ayağa kalkarak, "Uçkurunu (Kemer yerine kullanılan bez) çözüyor ve "Utanmaz rezil. Benim senin gibi 21 tane torunum var. Benim de hürriyetim var. Ben de pantolonumu çıkarıp donumla (uzun külot) oturacağım" diyor. Şoför otobüsü Beşiktaş Polis Karakolu'na çekiyor. Dedem sert birisi… Bağırıp çağırıyor. "Bu edepsiz, bu terbiyesiz bana nasıl hakaret eder" diyerek tepkisini gösteriyor. Kimliğini çıkartıp kendisini tanıtıyor. Damat Büyükdere'de gümrük amiri haber veriyorlar ve dedemi oradan alıyorlar.
Kıymetli okuyucularım.
Bizim de öğretmenlerimiz oldu. Bizler de çok protokollerde bulunduk. Hiçbir zaman büyüklerimizin yanında ayak ayak üzerine atarak oturmadık. Şimdilerde bakıyorum da 85 milyonun gözü önünde hatta iç elbiseler gözükecek şekilde oturan gençlerimizin sayıları devamlı artıyor. Bir Allah kulu da çıkıp "Oğlum, kızım bu yaptığın ayıptır" demiyor. Magazin programları ise tam bir rezalet! Bit pazarından giyinen gösteriş budalası kabadayılara benzemeye başladık. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un Safahat'taki tabiriyle "Dilli düdükler. Şakşakçı düdüklere" benzemeye başladık. Ben hiçbir öğretmenimden böyle bir tavsiye almadım ve duymadım. Anne, baba, amca, dayı ve büyüklerimizin yanında nasıl oturmamız gerektiği mutlaka anlatılmalıdır. Özgürlükle, cazgırları birbirine karıştıranlar yanılıyorlar. Çağdaş yobazlarla gerçek çağdaşlığı mutlaka ayırt etmeliyiz. Mektep, medrese görmemiş olan anacığım bir tarih İstanbul'dan gelen torununa, "İnsan gibi oturmasına öğren. Büyüklerinin yanında ayak ayak üstüne atılmaz" demişti. Onlar hakiki çağdaş insanlarmış... Mekânları cennet olsun.