SON DAKİKA
Hava Durumu

İslam âleminin bir Ömer’e ihtiyacı var (2)

Yazının Giriş Tarihi: 16.11.2017 21:59
Sevgili okuyucularım. Tarihin misyonuna baktığımız zaman din, ferdin ve toplumun hukuk yapısını oluşturan en eski kurumdur. Bu itibarla din, siyaset ilişkisi her devirde kendisini göstermiştir. Hristiyan batıda din ve riyaset ne kadar etkin olmuş ise, Müslüman doğuda da din ve siyaset ilişkileri tarihi süreçteki mecrası dâhilinde daha etkin olmuştur. Şu gerçeği hiç unutmamak lazımdır siyaset klasik olarak pratikte dini verilere göre şekillenmiştir. Son 200 hatta 250 yıldan beri ülkemizde batının din-devlet ilişkisi örnek olarak alınmış ve o tecrübeye göre insan hakları, laiklik, demokrasi, siyaset biçimleri gibi temel kavramlar batılılaşma sürecini yaşayan ülkelerde farklı temayüllere ve anlayışlara, fikri oluşumlara zemin hazırlamıştır. Avrupa’da devlet ile kilise arasında yüzyıllar boyu gerilimler yaşanmıştır. “Sezar’ınkileri Sezar’a, Tanrılarınkini de Tanrıya verin” meşhur sözü, hükümranlığın bu dünyada olmadığı şeklinde yorumlanmış ve insanlığın sadece manevi yönüne seslendiği ve o yönde etki etmek ve onları doğru yola sevk etmek iddiasında olduğu, bunun dışında hukuki bir talebin bulunmadığı anlamı da yorumlanmıştır. (Bakınız: Türk Diy. Vak. Yay. İlm. C. Z. Sayfa 252)
 Hristiyanlıkla Roma arasında başlangıçta bir iktidar sorunu çıkmamıştır. Hz. İsa’nın havarilerinden St. Pavlus Hristiyanlara “Herkes üzerinde egemen olan hükümete tabii olsun. Hükümete karşı gelen Allah’ın düzenlemesine karşı gelmiş olur. Hükümdarlar iyi iş yapanlara değil, kötü iş yapanları korkutucudur. Hükümetten korkmamak isterse, iyi olanı yap. Fakat kötü olanı yaparsan kork. Çünkü kılıcı boş yere taşımıyor” şeklinde öğütler sergilemişti. Yine Pavlus’a göre Hristiyan için kötü yönetici işlenen günahların cezasıydı ve itaat edilmesi gerekliydi. Fakat Hristiyan için devlet (imparator) manevi alanda otorite değildi. ( Bakınız: Acg. Sayfa 252)
“Milano Fermanı” (kilise barışı ile Hristiyanlık rahata kavuşmuş ve 325 yılında toplanan İznik konsilinden sonra 330 yılında İstanbul Doğu Roma’nın baş şehri olmuştur. Bu tarihten sonra birlikte yaşama azmi ile Hristiyanlık özellikle doğuda “devlet dini” olma sürecine girmiştir. Batıdaki Hıristiyanların durumu siyasi ve asgari karışıklıklardan dolayı Doğudaki kadar iyi olmamıştır. Ruhani iktidarı temsil eden kilise İsa ile bedenleşmiş kutsal bir kurum haline gelmiştir. Bu dokunulmaz kurumun başı olan papa da doğal olarak masumdu. Açıkladığı her şey dağlayıcı oldu. Böylece Hz.İsa tanrılaştırılmış oldu. Böylece ruhban sınıfı doğmuş oldu. Bu misyon Katolik teokrasini ayırıcı vasfını teşkil etmiştir. Ve bu misyon sayesinde dünyevi iktidarı denetleme hakkı da seçkin din adamları sınıfına ait olmuştur. Budoktrin temellendirilirken “ İktidarın kaynağının ilahi olduğunu” şeklinde “Tanrı devleti, ilahi devlet anlayışından istifade edilmiştir.”
Devam Edecek…   
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.