Sene 1990, üniversite birinci sınıf öğrencisiydim. O yıllarda sol görüşlü olup, üniversitede solgörüşlü öğrencilerle takılıyordum. Arkadaşlar beni bir gün kültür park içerisindeki solcuların karargâhı konumunda olan“Çağdaş Gazeteciler Derneğine” götürdüler. Derneğin duvarlarında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Che Guevara gibi sol devrimcilerin fotoğrafları vardı. Bazı akşamlar türküler söyleniyor ve içkiler içiliyordu. O sene bir ara solcu arkadaşlardan etkilenip sigaraya bile başlamıştım. 1990 yılı çok stratejik bir yıldır. Bu yıl içerisinde Muammer Aksoy, Çetin Emeç ve Bahriye Üçok gibi önemli akademisyen ve hukukçular öldürüldü. Öldürülenlerin cinayetleri hala faili meçhul olarak kalmıştır. Yine bir gün sol görüşlü arkadaşlarla oturup rakı masasında ülkeyi kurtarırken, solcu filozoflardan birisi yanımıza gelip oturdu. Yanında kalınca bir kitap vardı. Kitabın kapağında “Das Kapital-Karl Marx” yazıyordu. Solcu arkadaşlarım kitabı inceleyip elden ele uzattılar. En son kitap bana geldi. İlk izlenimim, solcu arkadaşların kitabı sanki bir kutsal kitapmış gibi görüp kitabın sayfalarını öyle bir eda ileçevirmeleriydi. Kitap bana gelip de onu biraz okuduğumda hiçbir şey anlamadım. Ekonomi-üretim-mülkiyetilişkileri, feodal aristokrasi, proletarya, enternasyonal, komün, diyalektik gibi anlamını bilmediğim bir süre kelime vardı. Ama yanımdaki arkadaşlar kendilerine bir takım pozlar vererek sanki her şeyi anlıyorlarmış gibi kitabı inceliyorlardı. Bugün biliyorum ki, onlarda oradaki yazılanlardan hiçbir şey anlamıyordu. Yıllarca Karl Marx, Friedrich Engels gibi idollerinpeşinde koştum. Yıllarımı onların ne demek istediklerini anlamaya çalışmakla geçirdim. Otuzlu yaşlara gelince bir gün elime Karl Marx’ın “Komünist Manifesto ”su geçti. Kitapta Karl Marx ve Friedrich Engels’in hayatları da vardı.Karl Marx,“Komünist Manifesto”kitabında şu ilkeleri sıralar: Ülkeler arası sınırlar kaldırılacaktır. Milliyet farklılığı ortadan kaldırılacaktır. Din yok sayılacaktır, aile yok sayılacaktır, kadın erkek birbirlerine ait değildir, herkes herkesin ortak malıdır. Emek öncelenerek, emeğin karşısında kim varsa hesaplaşılır. Burjuvazi ve aristokrasi düşman sınıftır. Toprak mülkiyeti ortadan kaldırılacak ve her türlü toprak geliri kamu yararına kullanılacaktır. Aslında genç Hegelcilerin etkisinde kalan Marx ve Engels’in hayatlarına baktığımızda savundukları fikirlerin tam tersine hayatlar yaşadıklarını görüyoruz. Karl Marx 5 Mayıs 1818’de Prusya’nın Ren bölgesinde doğmuştur. Yahudi asıllı bir ailenin yedi çocuğundan biridir. Hukuk ve felsefe okumuştur. Önce Brüksel’e gidip Alman vatandaşlığından çıkmıştır. Sonrasında Fransa’ya gitmiş ve Fransa’dan sınır dışı edilince İngiltere’ye gitmiştir. Ailesi koyu bir Protestan inancına sahipti. Kendisi çok fazla ön plana çıkarmasa da Protestan Kilisesi üyesiydi. Düşünce olarak dini red etse de Protestan kilisesi üyeliğini devam ettirmiştir. Arkadaşı Engels de bir Protestan’dı. Yakın arkadaşı Engels ile Londra da birlikteydiler. Marx’ın parasal sıkıntılar yaşadığını gören Engels, burjuva sınıfından olan ve Manchester’dabir pamuk fabrikası sahibi olan babasından para alarak Marx’a her yıl 350 sterlin göndermiştir. Marx düşünce olarak burjuvaziye savaş açarken, Engels’ın burjuva babasından gelen paraları reddetmemiştir. Fransa’dan sınır dışı edildiğinde yanında ailesini götüremediğinden, Engels’ten yardım istemiş ve karısını, kızını ve oğlunu yanına aldırmıştır. Aslında Karl Marx, Komünist Manifesto da aileyi de reddediyordu.Ancak otuzlu yaşlarda, peşinde koştuğum kişilerin aslında kendi gerçek hayatlarında bile savundukları düşüncelerini uygulayamadıklarını acı bir şekilde öğrendim. Bütün bunları anlatarak nereye varmak istiyorum? Çünkü bugünün Türkiye’sinde sizleri sözleri ile aldatmaya çalışanlara (Sana söz diyerek!) pirim vermeyin. Sözler bir anlam ifade etmez. Bizler insanları, ne yaptıklarına, eylemlerine ve referanslarına göre değerlendirmeliyiz. Çünkü sözler, idealler, temenniler boştur. Önemli olan gerçeklerdir. Lütfen kararlarınızı, hayatın gerçeklerine göre veriniz…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
SERHAT AYAS
KOMÜNİST MANİFESTO VE GERÇEK HAYAT
Sene 1990, üniversite birinci sınıf öğrencisiydim. O yıllarda sol görüşlü olup, üniversitede solgörüşlü öğrencilerle takılıyordum. Arkadaşlar beni bir gün kültür park içerisindeki solcuların karargâhı konumunda olan“Çağdaş Gazeteciler Derneğine” götürdüler. Derneğin duvarlarında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Che Guevara gibi sol devrimcilerin fotoğrafları vardı. Bazı akşamlar türküler söyleniyor ve içkiler içiliyordu. O sene bir ara solcu arkadaşlardan etkilenip sigaraya bile başlamıştım. 1990 yılı çok stratejik bir yıldır. Bu yıl içerisinde Muammer Aksoy, Çetin Emeç ve Bahriye Üçok gibi önemli akademisyen ve hukukçular öldürüldü. Öldürülenlerin cinayetleri hala faili meçhul olarak kalmıştır. Yine bir gün sol görüşlü arkadaşlarla oturup rakı masasında ülkeyi kurtarırken, solcu filozoflardan birisi yanımıza gelip oturdu. Yanında kalınca bir kitap vardı. Kitabın kapağında “Das Kapital-Karl Marx” yazıyordu. Solcu arkadaşlarım kitabı inceleyip elden ele uzattılar. En son kitap bana geldi. İlk izlenimim, solcu arkadaşların kitabı sanki bir kutsal kitapmış gibi görüp kitabın sayfalarını öyle bir eda ileçevirmeleriydi. Kitap bana gelip de onu biraz okuduğumda hiçbir şey anlamadım. Ekonomi-üretim-mülkiyetilişkileri, feodal aristokrasi, proletarya, enternasyonal, komün, diyalektik gibi anlamını bilmediğim bir süre kelime vardı. Ama yanımdaki arkadaşlar kendilerine bir takım pozlar vererek sanki her şeyi anlıyorlarmış gibi kitabı inceliyorlardı. Bugün biliyorum ki, onlarda oradaki yazılanlardan hiçbir şey anlamıyordu. Yıllarca Karl Marx, Friedrich Engels gibi idollerinpeşinde koştum. Yıllarımı onların ne demek istediklerini anlamaya çalışmakla geçirdim. Otuzlu yaşlara gelince bir gün elime Karl Marx’ın “Komünist Manifesto ”su geçti. Kitapta Karl Marx ve Friedrich Engels’in hayatları da vardı.Karl Marx,“Komünist Manifesto”kitabında şu ilkeleri sıralar: Ülkeler arası sınırlar kaldırılacaktır. Milliyet farklılığı ortadan kaldırılacaktır. Din yok sayılacaktır, aile yok sayılacaktır, kadın erkek birbirlerine ait değildir, herkes herkesin ortak malıdır. Emek öncelenerek, emeğin karşısında kim varsa hesaplaşılır. Burjuvazi ve aristokrasi düşman sınıftır. Toprak mülkiyeti ortadan kaldırılacak ve her türlü toprak geliri kamu yararına kullanılacaktır. Aslında genç Hegelcilerin etkisinde kalan Marx ve Engels’in hayatlarına baktığımızda savundukları fikirlerin tam tersine hayatlar yaşadıklarını görüyoruz. Karl Marx 5 Mayıs 1818’de Prusya’nın Ren bölgesinde doğmuştur. Yahudi asıllı bir ailenin yedi çocuğundan biridir. Hukuk ve felsefe okumuştur. Önce Brüksel’e gidip Alman vatandaşlığından çıkmıştır. Sonrasında Fransa’ya gitmiş ve Fransa’dan sınır dışı edilince İngiltere’ye gitmiştir. Ailesi koyu bir Protestan inancına sahipti. Kendisi çok fazla ön plana çıkarmasa da Protestan Kilisesi üyesiydi. Düşünce olarak dini red etse de Protestan kilisesi üyeliğini devam ettirmiştir. Arkadaşı Engels de bir Protestan’dı. Yakın arkadaşı Engels ile Londra da birlikteydiler. Marx’ın parasal sıkıntılar yaşadığını gören Engels, burjuva sınıfından olan ve Manchester’dabir pamuk fabrikası sahibi olan babasından para alarak Marx’a her yıl 350 sterlin göndermiştir. Marx düşünce olarak burjuvaziye savaş açarken, Engels’ın burjuva babasından gelen paraları reddetmemiştir. Fransa’dan sınır dışı edildiğinde yanında ailesini götüremediğinden, Engels’ten yardım istemiş ve karısını, kızını ve oğlunu yanına aldırmıştır. Aslında Karl Marx, Komünist Manifesto da aileyi de reddediyordu.Ancak otuzlu yaşlarda, peşinde koştuğum kişilerin aslında kendi gerçek hayatlarında bile savundukları düşüncelerini uygulayamadıklarını acı bir şekilde öğrendim. Bütün bunları anlatarak nereye varmak istiyorum? Çünkü bugünün Türkiye’sinde sizleri sözleri ile aldatmaya çalışanlara (Sana söz diyerek!) pirim vermeyin. Sözler bir anlam ifade etmez. Bizler insanları, ne yaptıklarına, eylemlerine ve referanslarına göre değerlendirmeliyiz. Çünkü sözler, idealler, temenniler boştur. Önemli olan gerçeklerdir. Lütfen kararlarınızı, hayatın gerçeklerine göre veriniz…