Mehmed Akif Ersoy’un Çok Yönlü Dünyasına Gerçekçi Bir Bakış
Yazının Giriş Tarihi: 16.03.2017 22:01
Bizler, yaptığımız etkinliklerde, anma toplantılarımızda hemen her zaman Mehmed Akif’in duygusal yönünü ön planda tutuyoruz.
Bunu yıllardır alışageldiğimiz tören havasının vazgeçilmez bir gereği olarak ele alıyoruz .
Ancak sadece bu boyutla sınırlı kalmak; işi çoşku düzeyi yüksek bir etkinlikle sınırlandırmak söz konusu Mehmed Akif’i ve dönemini anlamaksa yeterli değildir.
Evet, biraz da toplumsal karakterimizden kaynaklanan bu coşkulu halimizde bir lüzum, bir gereklilik olduğu kabul edilebilir.
Çocuklarımıza ve gençlerimize böylesi etkinlikler ile vatan - millet ve bayrak şuurunu aşılamak istiyoruz. Bu istek bir ölçüde ve belirli anlarda gereklidir; yararlıdır.
Ancak şu hususa dikkatinizi çekmek isterim:
Tabiatı gereği kısa ömürlü coşkulardan çok daha etkili ve kalıcı olan şeylere şiddetle ihtiyacımız olduğunu unutmamak gerekir. Onlar da akıl- mantık ve bilgi örüntüsü ile edinilebilecek karşılaştırmalı bilgilerdir.
Bu bilgileri ne kadar edinirsek, günümüzde o kadar sağlam bir ülke inşa edeceğiz. Aksi taktirde cehaletin kamplaştırıcı/ayrıştırıcı ortamında yakın geçmişte yaptığımız gibi birbirimizi hebâ edeceğiz.
Öyleyse bizim sadece yetişkinlerimize değil; gençlerimize ve hatta çocuklarımıza dahi serinkanlı, ayrıntılı, mantıklı, objektif bir okuma ve anlama kültürü aşılamamız şarttır.
Geliniz, döneminin şartları içerisinde Mehmed Akif’i ve çağdaşlarını; yani cumhuriyetimizin kuruluşunu ve kurucularını serinkanlılıkla tekrar tekrar inceleyelim.
Çoğumuzun durumundan anlaşıldığı üzere bizler zannediyoruz ki, Mehmed Akif sadece coşan, coşturan bir propaganda adamıdır.
Öğrencilerimizi yıllardır dikkatle gözlemleyen bir eğitimci olarak itiraf etmeliyim ki, çoğu maalesef Mehmed Akif’i çoşkulu bir hatip; etkileyici bir imam-vâiz ve bu doğrultuda kalem oynatmış bir şâirden ibaret sanıyor.
Oysa gerçek pek de öyle değildir. Bir kere Mehmed Akif Bey kendisini iyi yetiştirmiş, çok yönlü bir insandır.
O halde çok yönlü; merak sahibi bir keşif ehli olmak!
İşte Mehmed Akif’ten çıkartmamız gereken bir ders…
Bir insan düşünün hem veteriner hekim; hem gazeteci; hem şâir – dil bilimci; hem de büyük bir din âlimi olsun. Yeri geldiğinde devleti için bir istihbarat elemanı olarak çalışsın; yeri geldiğinde kurucu meclisimizde bir vekil olarak hizmet versin. Bu adam Mehmed Akif’tir.
Bir adam düşünün ki Türkçe’nin ve Arnavutça’nın büyük üstadı olsun. Kuran-ı Kerim’in hacimli bir tefsirini yazacak kadar engin bir Arapça’ya vâkıf olsun. Çok sevdiği büyük şâirler Sadi’yle ve Hafız’la yarışacak derecede Farsça şiirler de yazabilsin.
Ve bunlarla yetinmeyip hakiki manada bir fikir adamı, çağdaş bir münevver “Sadece Doğu’yu değil; aynı zamanda Batı’yı bilmekle mümkün olabilir” gerçeğinin farkında olarak mükemmel derecede Fransızca öğrensin. Bunun yanı sıra sağlam bir teknik gelişmenin dili olan Almancayı iyi bir seviyede öğrensin. İşte bu adam da Mehmed Akif’tir.
Şiirlerini ve makalelerini neredeyse tümüyle incelemiş biri olarak diyebilirim ki; onun duygusal gibi görünen ifadelerinin altında bile gerçeğin dolaysız bir anlatımı vardır.
O bakımdan Mehmed Akif Bey, iğneyi başkalarına; çuvaldızı kendi kültürüne batıran acımasız bir eleştirmen ve yalın bir gerçekçidir.
Geleneksel kültürümüzün baş aktörleri olan “din adamları” geçinen zümre Mehmed Akif’in eleştirilerinden en çok pay alanlardır şüphesiz. Uyuşuk ve bilgisiz bir topluma istediği gibi hükmeden; aklı devreden çıkartan bu zümreyi kast ederek bir şiirinde şöyle demektedir Akif:
“… Yâ mutaasıpları sorma nasıl maskaraca
Hırkasının yenleri yerlerde güyâ hoca!
Hem bakarsın eşi yok dine düşmanlıkta
Hem ne söylersen dini hemen olur rencide…”
Muhâkemeden hakikate ulaşmak; yani sorup- sorgulayıp ondan sonra gerçeğe varmak ve bu döngüyü bırakmamaktır esas olan.
Hakkı ve hakikati ifade eden bilgili ve ilkeli bir duruş sergilemek! Akif’ten alınacak en mühim derstir.
“Zülmü alkışlamamak; zalimi sevmemek; gelene/gücü eline geçirene yaranmak için gidene/düşene sövmemek” dersini veriyor bize Akif.
Tutabilene aşk olsun!
Gerçekçi olmak idealist olmaya; ahlâki bir kişilik oluşturmaya engel teşkil etmez bilâkis idealleri gelecekte mümkün kılacak olan şey de yine gerçekçiliktedir.
Akif’te keskin bir akılcı tarafla beraber yüksek bir ahlak duygusu mevcuttur. O sadece çağının adamı değil; çağının ötesine taşmış bir fikir ve eylem adamıdır. Mutlak/ilahi/evrensel bir doğruluk inancı ve duruşu vardır Akif’in.
27 Ağustos 1908 Perşembe gününden başlayarak çıkardığı haftalık derginin adı Sırât-ı Müstâkim; yani Doğru Yol’dur ve baş yazısı Fatiha Suresi’nin anlamı ile başlamaktadır. Din- Felsefe- Hukuk ve Diğer Bilimlerden bahseden; bir başka deyişle hayatın her alanı ile ilgilenen Sırat-ı Müstakim’i ve onun devamı olan Sebil ü Reşad’ı okumadan Mehmed Akif’i anlamak mümkün değildir.
Yazımı Mehmed Akif’in Asım’ın Nesli bahsinde gençliğe yaptığı nasihatten kısa bir bölümle noktalamak istiyorum:
“… Ne büyük söyle; ne çok söyle! / Yiğit işte gerek.
Lafı bol; karnı geniş soyları taklit etme!
Sözü sağlam; özü sağlam adam ol!...
Allaha dayan; işe sarıl; hikmete râm ol;
Yol varsa budur; bilmiyorum başka çıkar yol”
Bu duygu ve düşüncelerle tarihimizi ve tarihi şahsiyetlerimizi lâyıkıyla anlamak dileğiyle; saygılar sunarım.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Salih Erol
Mehmed Akif Ersoy’un Çok Yönlü Dünyasına Gerçekçi Bir Bakış
Bunu yıllardır alışageldiğimiz tören havasının vazgeçilmez bir gereği olarak ele alıyoruz .
Ancak sadece bu boyutla sınırlı kalmak; işi çoşku düzeyi yüksek bir etkinlikle sınırlandırmak söz konusu Mehmed Akif’i ve dönemini anlamaksa yeterli değildir.
Evet, biraz da toplumsal karakterimizden kaynaklanan bu coşkulu halimizde bir lüzum, bir gereklilik olduğu kabul edilebilir.
Çocuklarımıza ve gençlerimize böylesi etkinlikler ile vatan - millet ve bayrak şuurunu aşılamak istiyoruz. Bu istek bir ölçüde ve belirli anlarda gereklidir; yararlıdır.
Ancak şu hususa dikkatinizi çekmek isterim:
Tabiatı gereği kısa ömürlü coşkulardan çok daha etkili ve kalıcı olan şeylere şiddetle ihtiyacımız olduğunu unutmamak gerekir. Onlar da akıl- mantık ve bilgi örüntüsü ile edinilebilecek karşılaştırmalı bilgilerdir.
Bu bilgileri ne kadar edinirsek, günümüzde o kadar sağlam bir ülke inşa edeceğiz. Aksi taktirde cehaletin kamplaştırıcı/ayrıştırıcı ortamında yakın geçmişte yaptığımız gibi birbirimizi hebâ edeceğiz.
Öyleyse bizim sadece yetişkinlerimize değil; gençlerimize ve hatta çocuklarımıza dahi serinkanlı, ayrıntılı, mantıklı, objektif bir okuma ve anlama kültürü aşılamamız şarttır.
Geliniz, döneminin şartları içerisinde Mehmed Akif’i ve çağdaşlarını; yani cumhuriyetimizin kuruluşunu ve kurucularını serinkanlılıkla tekrar tekrar inceleyelim.
Çoğumuzun durumundan anlaşıldığı üzere bizler zannediyoruz ki, Mehmed Akif sadece coşan, coşturan bir propaganda adamıdır.
Öğrencilerimizi yıllardır dikkatle gözlemleyen bir eğitimci olarak itiraf etmeliyim ki, çoğu maalesef Mehmed Akif’i çoşkulu bir hatip; etkileyici bir imam-vâiz ve bu doğrultuda kalem oynatmış bir şâirden ibaret sanıyor.
Oysa gerçek pek de öyle değildir. Bir kere Mehmed Akif Bey kendisini iyi yetiştirmiş, çok yönlü bir insandır.
O halde çok yönlü; merak sahibi bir keşif ehli olmak!
İşte Mehmed Akif’ten çıkartmamız gereken bir ders…
Bir insan düşünün hem veteriner hekim; hem gazeteci; hem şâir – dil bilimci; hem de büyük bir din âlimi olsun. Yeri geldiğinde devleti için bir istihbarat elemanı olarak çalışsın; yeri geldiğinde kurucu meclisimizde bir vekil olarak hizmet versin. Bu adam Mehmed Akif’tir.
Bir adam düşünün ki Türkçe’nin ve Arnavutça’nın büyük üstadı olsun. Kuran-ı Kerim’in hacimli bir tefsirini yazacak kadar engin bir Arapça’ya vâkıf olsun. Çok sevdiği büyük şâirler Sadi’yle ve Hafız’la yarışacak derecede Farsça şiirler de yazabilsin.
Ve bunlarla yetinmeyip hakiki manada bir fikir adamı, çağdaş bir münevver “Sadece Doğu’yu değil; aynı zamanda Batı’yı bilmekle mümkün olabilir” gerçeğinin farkında olarak mükemmel derecede Fransızca öğrensin. Bunun yanı sıra sağlam bir teknik gelişmenin dili olan Almancayı iyi bir seviyede öğrensin. İşte bu adam da Mehmed Akif’tir.
Şiirlerini ve makalelerini neredeyse tümüyle incelemiş biri olarak diyebilirim ki; onun duygusal gibi görünen ifadelerinin altında bile gerçeğin dolaysız bir anlatımı vardır.
O bakımdan Mehmed Akif Bey, iğneyi başkalarına; çuvaldızı kendi kültürüne batıran acımasız bir eleştirmen ve yalın bir gerçekçidir.
Geleneksel kültürümüzün baş aktörleri olan “din adamları” geçinen zümre Mehmed Akif’in eleştirilerinden en çok pay alanlardır şüphesiz. Uyuşuk ve bilgisiz bir topluma istediği gibi hükmeden; aklı devreden çıkartan bu zümreyi kast ederek bir şiirinde şöyle demektedir Akif:
“… Yâ mutaasıpları sorma nasıl maskaraca
Hırkasının yenleri yerlerde güyâ hoca!
Hem bakarsın eşi yok dine düşmanlıkta
Hem ne söylersen dini hemen olur rencide…”
Muhâkemeden hakikate ulaşmak; yani sorup- sorgulayıp ondan sonra gerçeğe varmak ve bu döngüyü bırakmamaktır esas olan.
Hakkı ve hakikati ifade eden bilgili ve ilkeli bir duruş sergilemek! Akif’ten alınacak en mühim derstir.
“Zülmü alkışlamamak; zalimi sevmemek; gelene/gücü eline geçirene yaranmak için gidene/düşene sövmemek” dersini veriyor bize Akif.
Tutabilene aşk olsun!
Gerçekçi olmak idealist olmaya; ahlâki bir kişilik oluşturmaya engel teşkil etmez bilâkis idealleri gelecekte mümkün kılacak olan şey de yine gerçekçiliktedir.
Akif’te keskin bir akılcı tarafla beraber yüksek bir ahlak duygusu mevcuttur. O sadece çağının adamı değil; çağının ötesine taşmış bir fikir ve eylem adamıdır. Mutlak/ilahi/evrensel bir doğruluk inancı ve duruşu vardır Akif’in.
27 Ağustos 1908 Perşembe gününden başlayarak çıkardığı haftalık derginin adı Sırât-ı Müstâkim; yani Doğru Yol’dur ve baş yazısı Fatiha Suresi’nin anlamı ile başlamaktadır. Din- Felsefe- Hukuk ve Diğer Bilimlerden bahseden; bir başka deyişle hayatın her alanı ile ilgilenen Sırat-ı Müstakim’i ve onun devamı olan Sebil ü Reşad’ı okumadan Mehmed Akif’i anlamak mümkün değildir.
Yazımı Mehmed Akif’in Asım’ın Nesli bahsinde gençliğe yaptığı nasihatten kısa bir bölümle noktalamak istiyorum:
“… Ne büyük söyle; ne çok söyle! / Yiğit işte gerek.
Lafı bol; karnı geniş soyları taklit etme!
Sözü sağlam; özü sağlam adam ol!...
Allaha dayan; işe sarıl; hikmete râm ol;
Yol varsa budur; bilmiyorum başka çıkar yol”
Bu duygu ve düşüncelerle tarihimizi ve tarihi şahsiyetlerimizi lâyıkıyla anlamak dileğiyle; saygılar sunarım.