Değerli okuyucularım,
Malumunuz olduğu üzere Mart ayı, bünyesinde bir bahar iklimi barındırır. Bir tarihçi olarak bendenizde Mart ayları ayrıca bir çok tarihsel çağrışımlar da yapar. Ne vakit Mart başlasa ben 12 Mart 1921’de milli marşımız olarak kabul edilen İstiklal Marşımızı; onun vatanperver şairi Mehmed Akif’i bilhassa hatırlarım.
İşte, bugünkü yazımızda Akif’i; İstiklal Savaşımızı ve o çerçevede Bursa’yı ele alacağım. Akif’in Bursa işgali üzerine yazdığı “Bülbül Şiiri”ne de dokundurarak kaleme aldım bu yazıyı.
Üzerinde yaşadığımız; toprağından beslendiğimiz bu bereketli yurt bize tam bin bir yıllık ata yadigârıdır.
Anadolu’yu “Türkiye” adında bir ülke yapmamız için bize ilk işareti veren Çağrı Bey, bu coğrafyaya keşif yaptığında yıl 1016 idi.
Yaradana hamd olsun ki; 2017 yılında buradayız ve bu kutlu ismi zikretmekle hiç olmazsa emanete saygımızı göstermiş oluyoruz.
Ey bu toprak uğruna, toprağa düşmüş olanların evlatları!
Bu cennet vatanı çocuklarımıza sağlıklı bir bütün halinde bırakmak boynumuzda duran en büyük borçtur.
Yani vatan sadece yadigâr değil; aynı zamanda bir emanettir: Geçmişten gelen, geleceğe taşınacak olan..
Biz sahip çıktığımız zaman bu vatan bize sonsuz cömertliğini göstermiştir.
Unutmayalım ki; atalarımız Selçuklular, Osmanlılar Anadolu’dan kök alıp, dünyaya yayıldılar.
Yine de tarih şahittir ki; biz bu cennet vatanı bazen de çok fena ihmal ettik ve de ediyoruz.
İşte o zamanlarda emanet neredeyse kaybolup; bizler de milletçe mahvolmak sınırına dayandık.
Bahsedeceğim o kötü zamanlarımız çok da uzak bir geçmişe ait değildir.
Daha geçen yüzyılın başında, milletçe, kendi öz yurdumuza sıkışmış; çetîn bir ölüm-kalım savaşı veriyorduk.
1915’te, 16’da hayasızca bütün gücüyle Çanakkale’ye yüklenmemişler miydi “medeniyet” maskesi düşmüş canavarlar?
Vatan şairi Mehmed Akif, binlerce kilometre uzaktaki Necid Çöllerinde vazifesinin başında iken bile yüreğinde hissetmişti Çanakkale şehidinin nefesini ve şöyle haykırmıştı:
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Çanakkale Savaşından sonraki yıllarda da kendi vatanımızda ölüm- kalım savaşımız devam etti. Hayasızca akınlar bir kere başlamış; kolay kolay duracağa da benzemiyordu. 1919 yılında Anadolu hemen her yanından işgallere uğramaya başladı. 15 Mayıs 1919’da İzmir’den başlayan Yunan işgali; 1920 yılında daha da genişledi.
Gecenin en karanlık anı gibiydi o anlar.
İşte o karanlığı zirveye çıkartan olay 8 Temmuz 1920’de Bursa’nın işgalidir.
Bu acı olayın simgesi olarak o gün Ankara’da meclis başkanlık kürsüsüne simsiyah bir örtü çekildi ve Bursa kurtarılana kadar o örtünün kaldırılmayacağına ant içildi.
O kapkaranlık anlarda Mehmed Akif, sırtında bir paltosu dahi olmadan; yalın ayak- baş açık Anadolu’yu dolaşıyor; minberlerde, kürsülerde halkı uyarmaya, aydınlatmaya çalışıyordu.
Peki ne diyordu Akif, Mesela Kastamonu Nasrullah Camisini hınca hınç dolduran kalabalığa??:
“Milletler topla, tüfekle, zırhla, tayarelerle yıkılmazlar! Milletler ancak aralarındaki birlik çözülüp de, herkes sadece kendi menfaatine düşerse yıkılırlar ve o zaman yıkılmayı da hak ederler”.
Halkı bir birlik etrafında toplamaya davet eden Akif, kendi başına kaldığı anlarda da feryad figan ağlıyor; acı acı öten bülbülü dahi susturmaya çalışıyordu.
Mehmed Akif, Ankara’da Taceddin Dergâhında kalmaktadır. İstiklal Marşı ve Bülbül Şiiri orada yazılmıştır. Bir gün gazeteleri karıştırırken, gördüğü bir fotoğraf Akif’i adeta beyninden vurmuştur.
Bu fotoğrafta Yunan işgal kuvvetlerinin komutanı Bursa Muradiye’deki Osmangazi Türbesine küstahça dayanmış ve: “… Bak, ey koca Türk! Senden ırkımın intikamını aldım. Bak, kurduğun devlet parça parça oldu. Bursa artık bizimdir ve senin neslin şimdi elimizde köle oldu..” diyerek kendince bir Bursa hatırası çektirmiştir.
İşte, şimdi bir bölümünü sunacağım Bülbül Şiiri, bu hâzîn manzara karşısında Akif’in Bursa’nın işgaline yaktığı yürekten bir ağıttır.
--- ---
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâd-ı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki; en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
--- ---
Bu bir ağıttır; ama asla bir ümitsizlik değildir.
Bilâkis üzüntü ve keder bir mü’minin kalbindeki imanı zayıflatmaz.
Nitekim yine aynı Mehmed Akif, bu ağıtı takip eden bir başka şiirinde şöyle diyecektir:
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
İşte bu bilinçle, her şeye rağmen ümidini yitirmeyen kahraman ecdâdımız, istiklal uğruna verdiği savaşı kazanmış; 6 Eylül 1922’de İnegöl ve Yenişehir; 10 Eylül’de de Bursa kurtarılmıştır.
Vakit artık siyah örtüyü kaldırmak; kalbimizden hüznü ve kederi silmek vaktidir.
Vakit, dünü unutmadan, geleceğe ümitle ve inançla bakmak vaktidir.
Umudumuz ve inancımızın pekişmesi dileklerimle hayırlı Cumalar diliyorum.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Salih Erol
Mehmed Akif - Bülbül Şiiri ve Bursa
Malumunuz olduğu üzere Mart ayı, bünyesinde bir bahar iklimi barındırır. Bir tarihçi olarak bendenizde Mart ayları ayrıca bir çok tarihsel çağrışımlar da yapar. Ne vakit Mart başlasa ben 12 Mart 1921’de milli marşımız olarak kabul edilen İstiklal Marşımızı; onun vatanperver şairi Mehmed Akif’i bilhassa hatırlarım.
İşte, bugünkü yazımızda Akif’i; İstiklal Savaşımızı ve o çerçevede Bursa’yı ele alacağım. Akif’in Bursa işgali üzerine yazdığı “Bülbül Şiiri”ne de dokundurarak kaleme aldım bu yazıyı.
Üzerinde yaşadığımız; toprağından beslendiğimiz bu bereketli yurt bize tam bin bir yıllık ata yadigârıdır.
Anadolu’yu “Türkiye” adında bir ülke yapmamız için bize ilk işareti veren Çağrı Bey, bu coğrafyaya keşif yaptığında yıl 1016 idi.
Yaradana hamd olsun ki; 2017 yılında buradayız ve bu kutlu ismi zikretmekle hiç olmazsa emanete saygımızı göstermiş oluyoruz.
Ey bu toprak uğruna, toprağa düşmüş olanların evlatları!
Bu cennet vatanı çocuklarımıza sağlıklı bir bütün halinde bırakmak boynumuzda duran en büyük borçtur.
Yani vatan sadece yadigâr değil; aynı zamanda bir emanettir: Geçmişten gelen, geleceğe taşınacak olan..
Biz sahip çıktığımız zaman bu vatan bize sonsuz cömertliğini göstermiştir.
Unutmayalım ki; atalarımız Selçuklular, Osmanlılar Anadolu’dan kök alıp, dünyaya yayıldılar.
Yine de tarih şahittir ki; biz bu cennet vatanı bazen de çok fena ihmal ettik ve de ediyoruz.
İşte o zamanlarda emanet neredeyse kaybolup; bizler de milletçe mahvolmak sınırına dayandık.
Bahsedeceğim o kötü zamanlarımız çok da uzak bir geçmişe ait değildir.
Daha geçen yüzyılın başında, milletçe, kendi öz yurdumuza sıkışmış; çetîn bir ölüm-kalım savaşı veriyorduk.
1915’te, 16’da hayasızca bütün gücüyle Çanakkale’ye yüklenmemişler miydi “medeniyet” maskesi düşmüş canavarlar?
Vatan şairi Mehmed Akif, binlerce kilometre uzaktaki Necid Çöllerinde vazifesinin başında iken bile yüreğinde hissetmişti Çanakkale şehidinin nefesini ve şöyle haykırmıştı:
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Çanakkale Savaşından sonraki yıllarda da kendi vatanımızda ölüm- kalım savaşımız devam etti. Hayasızca akınlar bir kere başlamış; kolay kolay duracağa da benzemiyordu. 1919 yılında Anadolu hemen her yanından işgallere uğramaya başladı. 15 Mayıs 1919’da İzmir’den başlayan Yunan işgali; 1920 yılında daha da genişledi.
Gecenin en karanlık anı gibiydi o anlar.
İşte o karanlığı zirveye çıkartan olay 8 Temmuz 1920’de Bursa’nın işgalidir.
Bu acı olayın simgesi olarak o gün Ankara’da meclis başkanlık kürsüsüne simsiyah bir örtü çekildi ve Bursa kurtarılana kadar o örtünün kaldırılmayacağına ant içildi.
O kapkaranlık anlarda Mehmed Akif, sırtında bir paltosu dahi olmadan; yalın ayak- baş açık Anadolu’yu dolaşıyor; minberlerde, kürsülerde halkı uyarmaya, aydınlatmaya çalışıyordu.
Peki ne diyordu Akif, Mesela Kastamonu Nasrullah Camisini hınca hınç dolduran kalabalığa??:
“Milletler topla, tüfekle, zırhla, tayarelerle yıkılmazlar! Milletler ancak aralarındaki birlik çözülüp de, herkes sadece kendi menfaatine düşerse yıkılırlar ve o zaman yıkılmayı da hak ederler”.
Halkı bir birlik etrafında toplamaya davet eden Akif, kendi başına kaldığı anlarda da feryad figan ağlıyor; acı acı öten bülbülü dahi susturmaya çalışıyordu.
Mehmed Akif, Ankara’da Taceddin Dergâhında kalmaktadır. İstiklal Marşı ve Bülbül Şiiri orada yazılmıştır. Bir gün gazeteleri karıştırırken, gördüğü bir fotoğraf Akif’i adeta beyninden vurmuştur.
Bu fotoğrafta Yunan işgal kuvvetlerinin komutanı Bursa Muradiye’deki Osmangazi Türbesine küstahça dayanmış ve: “… Bak, ey koca Türk! Senden ırkımın intikamını aldım. Bak, kurduğun devlet parça parça oldu. Bursa artık bizimdir ve senin neslin şimdi elimizde köle oldu..” diyerek kendince bir Bursa hatırası çektirmiştir.
İşte, şimdi bir bölümünü sunacağım Bülbül Şiiri, bu hâzîn manzara karşısında Akif’in Bursa’nın işgaline yaktığı yürekten bir ağıttır.
--- ---
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın; Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâd-ı Mevlâ'nın! Ne hicrandır ki; en şevketli bir mâzi serâp olsun; O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun! Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın; Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın! Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş! Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın! Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem... Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! --- ---
Bu bir ağıttır; ama asla bir ümitsizlik değildir.
Bilâkis üzüntü ve keder bir mü’minin kalbindeki imanı zayıflatmaz.
Nitekim yine aynı Mehmed Akif, bu ağıtı takip eden bir başka şiirinde şöyle diyecektir:
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
İşte bu bilinçle, her şeye rağmen ümidini yitirmeyen kahraman ecdâdımız, istiklal uğruna verdiği savaşı kazanmış; 6 Eylül 1922’de İnegöl ve Yenişehir; 10 Eylül’de de Bursa kurtarılmıştır.
Vakit artık siyah örtüyü kaldırmak; kalbimizden hüznü ve kederi silmek vaktidir.
Vakit, dünü unutmadan, geleceğe ümitle ve inançla bakmak vaktidir.
Umudumuz ve inancımızın pekişmesi dileklerimle hayırlı Cumalar diliyorum.