Ben yolun ruhuna uygun müzik dinlemeye özen gösteririm.
Size de tavsiye ederim; nereye gidiyorsanız, oranın ruhunu yansıtan ezgilere bırakın kendinizi!
Balkan seyahatimizde Rumeli türkülerinden bir demet derleyip, dinlemek için yanıma almıştım.
Harika bir kayak merkezi olan Mavrova’nın yakınından geçerken ben Urumeli’nin kızı Yasemin Göksu’nun o berrak sesinden Mavrova Türküsü dinliyordum.
O ne harikulâde bir ses!
Şöyle başlıyor türkümüz:
Mavrova’dan aldım sümbül bir okka nohut / Al beni bre sar more sümbül yanında uyut.
Yazıma böyle giriş yapmamın sebebi bizim gönül coğrafyamız olan Makedonya’dan biraz bahsetmek istememdir.
Haydi, beraberce Mavrova’dan şöyle Ohri’ye kadar bir yolculuk yapalım!
Üsküp’ten Kalkandelen’e kadar; hatta Gostivar’ı arkada bırakırken bile bir düzlükte ilerlersiniz. Sonra dağ başlar. İşte o dağı aşmak, sizi dünyanın en güzel cennetlerinden birine, yani Ohri’ye ulaştırır. Tabi hemen öyle kolay değil; arabayla yaklaşık üç saati göze aldıktan sonra ulaşabilirsiniz Ohri’ye.
Biz “Ohri” diyoruz ama şimdiki resmi söylenişi “Ohrid”.. Kendi telaffuzumuzu kullanmaya devam ederek Ohri diyeceğim. Türkçe aslından değiştirilen, dönüştürülen yeni yer isimlerine inat ben hep eski isimlerini kullanırım.
Ohri, aynı isimle anılan tertemiz bir gölün kıyısında bulunan bir tatil beldesi.. Makedonya’nın en batı ucu.. Göl aynı zamanda Makedonya ile Arnavutluk arasında bir sınır konumunda. Bu civarda Ohri gölünden başka bir de Prespa ve Doyran Gölleri vardır. Bu üç gölün en büyüğüdür Ohri..
Yemyeşil bir tabiatın çevrelediği masmavi bir gölün kıyısında bembeyaz evleri olan şirin bir beldedir Ohri.. Onu en çok İznik ile mukayese ettim. Bu karşılaştırmadan birkaç ana başlık halinde şu tespitlerim var:
Tarih bakımından İznik kadar zengin değil ama doğal güzelliğinin korunması açısından İznik’e açık ara fark atar Ohri.
Şehrin mimari dokusunun korunması ve evlerinin güzelliği bakımından da İznik’ten çok ileri bir şehir Ohri..
Kendinizi bu evlere bakarken Safranbolu’da zannedebilirsiniz.
Şehre gelen turist sayısı bakımından İznik’in neredeyse on katı kadar rağbet görüyor Ohri..
Ohri tamamıyla UNESCO’nun dünya kültür mirası kapsamındadır.
Biz ne doğayı; ne de tarihi koruyoruz. Büyük bir medeniyete sırt çevirmiş hödük çocuklarız..
Acı ama gerçek!
Kültür Bakanı müsteşarımıza İznik ile Ohri konusundaki karşılaştırmalı tespitlerimi iletmiş ve dikkatini çekmeye çalışmıştım. İnşaallah gereken bazı adımları atarlar.
Ohri’nin sahile paralel uzanan taş sokaklarında bir gezinti yapıyoruz. Kenti süsleyen eserler arasında Slav tarihi ve kültüründe önemli yeri olan Kiril-Metodius kardeşlerin heykelleri dikkat çekiyor. Ayrıca tarihi kiliseleri ünlü olan Ohri’de en beğendiğim kilise St. Kaneo Kilisesi… Kahverengi çatısı ve aynı renk taşları ile yüksekçe bir tepeden harika bir göl manzarası keyfini çıkarabilirsiniz bu küçük kilisede..
Ohri hem Müslüman hem de Hıristiyanlığı bir arada yaşayan bir şehir. Çandarlı Ali Paşa’nın yaptırdığı cami ile 1913 yılında kiliseye dönüştürülen Fatih Camii, artık cami olarak hizmet verememenin hüznünü yaşatıyor bizlere..
Ohri’de en dikkat çekici yerlerden biri de el yapımı kağıdın üretildiği ve satıldığı şehir içindeki küçük atölye. Burada birinci, ikinci ve üçünü hamur kalitesindeki kağıdın nasıl yapıldığını uygulamalı olarak anlatıyor bize Ohrili güzel kız.. İşi belki biz de yaparız diye kayda çekiyorum bu kağıt yapım anını..
Vakit ikindiye yaklaşırken, biz acıkıyoruz. Şehirde Müslümanların yoğun yaşadıkları semte gidip orada tanıdık ve güvenli lokantalar buluyoruz. Yemekleri klasik Türk yemekleri üsulunde, lâkin yemek servisi konusunda yavaş ve acemiler. Beş dakikalık bir hizmeti ancak bir saate yapıyorlar.
Yemeğimizi yedikten sonra ikindi namazını kılmak için şehrin meydanında bulunan ve bulunduğumuz yere en yakın düşen camiye gidiyoruz. Tekke Camii diye bilinen bu cami bir halveti tekkesinin bitişiğinde bulunuyor. Farz namaza geçmeden evvel müezzin yanık bir sesle üç Kulhuvalah bir Elham okuduktan sonra kamet getiriliyor. Namaz sonrasındaki tesbihat da bitince normalde biz kalkacakken bir anda küçük bir zikir meclisi oluşunca gitmekten vazgeçip, zikrullaha karışıyoruz. Bana çok hoş bir farklılık yaşatıyor bu mekan, bu ibadet.
Camiden çıkarken, imamla ayaküstü sohbet etmeye başlıyoruz. İmamımız Türkiye’den buraya görevle gelmiş Keles’ten bir hemşehrimiz. Sohbetimize Türk üsulu bir kahvehanede çaylarımız eşliğinde devam ediyoruz.
Akşam üzeri gölün en romantik sayılabilecek anlarında birkaç arkadaşla bir tekne kiralayıp, Ohri’de yaptığımız göl sefası unutulmazdı. Bu güzelim şehri bir de gölden seyretmeyi herkese tavsiye ederim. Müthiş kareler yakalıyoruz bu göl gezintimizde..
Tekne ile göl sefası dönüşümüzde artık güneş batmış ve akşam başlamıştı. Ohri’nin alışverişi ile meşhur çarşılarına dalma vaktidir artık. Söz konusu Ohri olunca inci-boncuk almamak olmaz. Özellikle Ohri incisi almak gerekir. Ben de kız babası olarak çocuklara birkaç incili hediyelik alıyorum. Fiyatlarda çok yüksek değil.
Uzun günün yorgunluğunu atmak için otelimize döndüğümüzde vakit gece yarısını gösteriyor. Riviera Oteli.. Göle oldukça yakın, şehir merkezinde güzel bir tesis.. Bir otelden çok ev havasında oluşu hoşuma gitti. Buraya gelecek olanlara rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir konaklama yeri.. Otelin teras ve balkonları sabah ve akşam saatlerinde muhteşem göl manzarasına açılıveriyor.
Sabahın ilk ışıklarını ayakta ve dışarıda karşılamak sağlıklı, dinç insanların vazgeçilmez alışkanlığıdır. Ben de sabah erken saatinde göl kenarında yürüyüş yapıyorum. Ohri’nin temiz havasını içime çekerek, güneş kardeşi bekliyorum. Güneşin doğmasının ardından bir süre daha göl kenarında gezdikten sonra otele dönüp, doğrudan kahvaltıya geçiyorum. Sıkı bir kahvaltı yapmamız şart; çünkü yeniden yola koyulacağız.
Nereye mi?
Tabi ki Resne’ye; bizim Niyazi’nin memleketine!
Makedonlar “Resen” diyorlar. Burası özellikle elma bahçeleri ile ünlü, yeşil bir memleket.. Resne’ye çok yakın bir Hıristiyan köyü olan İbad’da arabayı durdurup, elma yiyoruz.
Resne: Küçük, sevimli bir kasaba.
1908 Meşrutiyet devriminde “Hürriyet kahramanı” olarak tanınmış Osmanlı subayı Niyazi Bey’in memleketi.
Zaten Makedonya’nın tamamı o dönemde İttihat ve Terakki Partisi’nin kalesi idi. Eşkıyaları ile, isyancı ve komitacıları ile yakın tarihe adını yazdırmış bir yerdir Makedonya..
Meşhur bir hikayedir: Sultan Abdülhamid, Manastır valisine gönderdiği telgrafta Manastır’da ne kadar ittihatçı bulunduğunu sorar. Valinin cevabı ibretliktir: “..Padişahım, bu Manastır şehrinde bendenizden gayri herkes İttihatçıdır..”.
Tabi ki, durum böyle olunca padişah mecburen ittihatçıların isteği olan meşrutiyeti ilen etmek zorunda kalır.
İşte Makedonya böyle belalı bir yerdir.
Yolumuz Resne’ye düşmüşken bir de Resneli Niyazi’nin ibret-âmiz hikayesi ile yazımızı bitirelim:
Niyazi Bey, hürriyetin ilanından sonra acayip, baş döndürücü bir şöhrete kavuştu ve o kısa, parlak dönemin bir eseri olarak bir saray ihtişamında ev yaptı Resne’de.. Günümüzde “Niyazi Bey Sarayı” adıyla şehre gelen turistler tarafından ziyaret edilir. Bu saray-ev şu an kent müzesi olarak hizmet görmektedir. Zavallı Niyazi Sarayı’nın tadını çıkaramadan dava arkadaşları tarafından haince vuruldu. Ardından şöyle bir atasözü bırakarak: “ Ne şehittir, ne gazi; pisi pisine gitti bizim Niyazi..”
Kendinize iyi bakın sevgili dostlar!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Salih Erol
Mavrova’dan çıktım yola
Size de tavsiye ederim; nereye gidiyorsanız, oranın ruhunu yansıtan ezgilere bırakın kendinizi!
Balkan seyahatimizde Rumeli türkülerinden bir demet derleyip, dinlemek için yanıma almıştım.
Harika bir kayak merkezi olan Mavrova’nın yakınından geçerken ben Urumeli’nin kızı Yasemin Göksu’nun o berrak sesinden Mavrova Türküsü dinliyordum.
O ne harikulâde bir ses!
Şöyle başlıyor türkümüz:
Mavrova’dan aldım sümbül bir okka nohut / Al beni bre sar more sümbül yanında uyut.
Yazıma böyle giriş yapmamın sebebi bizim gönül coğrafyamız olan Makedonya’dan biraz bahsetmek istememdir.
Haydi, beraberce Mavrova’dan şöyle Ohri’ye kadar bir yolculuk yapalım!
Üsküp’ten Kalkandelen’e kadar; hatta Gostivar’ı arkada bırakırken bile bir düzlükte ilerlersiniz. Sonra dağ başlar. İşte o dağı aşmak, sizi dünyanın en güzel cennetlerinden birine, yani Ohri’ye ulaştırır. Tabi hemen öyle kolay değil; arabayla yaklaşık üç saati göze aldıktan sonra ulaşabilirsiniz Ohri’ye.
Biz “Ohri” diyoruz ama şimdiki resmi söylenişi “Ohrid”.. Kendi telaffuzumuzu kullanmaya devam ederek Ohri diyeceğim. Türkçe aslından değiştirilen, dönüştürülen yeni yer isimlerine inat ben hep eski isimlerini kullanırım.
Ohri, aynı isimle anılan tertemiz bir gölün kıyısında bulunan bir tatil beldesi.. Makedonya’nın en batı ucu.. Göl aynı zamanda Makedonya ile Arnavutluk arasında bir sınır konumunda. Bu civarda Ohri gölünden başka bir de Prespa ve Doyran Gölleri vardır. Bu üç gölün en büyüğüdür Ohri..
Yemyeşil bir tabiatın çevrelediği masmavi bir gölün kıyısında bembeyaz evleri olan şirin bir beldedir Ohri.. Onu en çok İznik ile mukayese ettim. Bu karşılaştırmadan birkaç ana başlık halinde şu tespitlerim var:
Tarih bakımından İznik kadar zengin değil ama doğal güzelliğinin korunması açısından İznik’e açık ara fark atar Ohri.
Şehrin mimari dokusunun korunması ve evlerinin güzelliği bakımından da İznik’ten çok ileri bir şehir Ohri..
Kendinizi bu evlere bakarken Safranbolu’da zannedebilirsiniz.
Şehre gelen turist sayısı bakımından İznik’in neredeyse on katı kadar rağbet görüyor Ohri..
Ohri tamamıyla UNESCO’nun dünya kültür mirası kapsamındadır.
Biz ne doğayı; ne de tarihi koruyoruz. Büyük bir medeniyete sırt çevirmiş hödük çocuklarız..
Acı ama gerçek!
Kültür Bakanı müsteşarımıza İznik ile Ohri konusundaki karşılaştırmalı tespitlerimi iletmiş ve dikkatini çekmeye çalışmıştım. İnşaallah gereken bazı adımları atarlar.
Ohri’nin sahile paralel uzanan taş sokaklarında bir gezinti yapıyoruz. Kenti süsleyen eserler arasında Slav tarihi ve kültüründe önemli yeri olan Kiril-Metodius kardeşlerin heykelleri dikkat çekiyor. Ayrıca tarihi kiliseleri ünlü olan Ohri’de en beğendiğim kilise St. Kaneo Kilisesi… Kahverengi çatısı ve aynı renk taşları ile yüksekçe bir tepeden harika bir göl manzarası keyfini çıkarabilirsiniz bu küçük kilisede..
Ohri hem Müslüman hem de Hıristiyanlığı bir arada yaşayan bir şehir. Çandarlı Ali Paşa’nın yaptırdığı cami ile 1913 yılında kiliseye dönüştürülen Fatih Camii, artık cami olarak hizmet verememenin hüznünü yaşatıyor bizlere..
Ohri’de en dikkat çekici yerlerden biri de el yapımı kağıdın üretildiği ve satıldığı şehir içindeki küçük atölye. Burada birinci, ikinci ve üçünü hamur kalitesindeki kağıdın nasıl yapıldığını uygulamalı olarak anlatıyor bize Ohrili güzel kız.. İşi belki biz de yaparız diye kayda çekiyorum bu kağıt yapım anını..
Vakit ikindiye yaklaşırken, biz acıkıyoruz. Şehirde Müslümanların yoğun yaşadıkları semte gidip orada tanıdık ve güvenli lokantalar buluyoruz. Yemekleri klasik Türk yemekleri üsulunde, lâkin yemek servisi konusunda yavaş ve acemiler. Beş dakikalık bir hizmeti ancak bir saate yapıyorlar.
Yemeğimizi yedikten sonra ikindi namazını kılmak için şehrin meydanında bulunan ve bulunduğumuz yere en yakın düşen camiye gidiyoruz. Tekke Camii diye bilinen bu cami bir halveti tekkesinin bitişiğinde bulunuyor. Farz namaza geçmeden evvel müezzin yanık bir sesle üç Kulhuvalah bir Elham okuduktan sonra kamet getiriliyor. Namaz sonrasındaki tesbihat da bitince normalde biz kalkacakken bir anda küçük bir zikir meclisi oluşunca gitmekten vazgeçip, zikrullaha karışıyoruz. Bana çok hoş bir farklılık yaşatıyor bu mekan, bu ibadet.
Camiden çıkarken, imamla ayaküstü sohbet etmeye başlıyoruz. İmamımız Türkiye’den buraya görevle gelmiş Keles’ten bir hemşehrimiz. Sohbetimize Türk üsulu bir kahvehanede çaylarımız eşliğinde devam ediyoruz.
Akşam üzeri gölün en romantik sayılabilecek anlarında birkaç arkadaşla bir tekne kiralayıp, Ohri’de yaptığımız göl sefası unutulmazdı. Bu güzelim şehri bir de gölden seyretmeyi herkese tavsiye ederim. Müthiş kareler yakalıyoruz bu göl gezintimizde..
Tekne ile göl sefası dönüşümüzde artık güneş batmış ve akşam başlamıştı. Ohri’nin alışverişi ile meşhur çarşılarına dalma vaktidir artık. Söz konusu Ohri olunca inci-boncuk almamak olmaz. Özellikle Ohri incisi almak gerekir. Ben de kız babası olarak çocuklara birkaç incili hediyelik alıyorum. Fiyatlarda çok yüksek değil.
Uzun günün yorgunluğunu atmak için otelimize döndüğümüzde vakit gece yarısını gösteriyor. Riviera Oteli.. Göle oldukça yakın, şehir merkezinde güzel bir tesis.. Bir otelden çok ev havasında oluşu hoşuma gitti. Buraya gelecek olanlara rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir konaklama yeri.. Otelin teras ve balkonları sabah ve akşam saatlerinde muhteşem göl manzarasına açılıveriyor.
Sabahın ilk ışıklarını ayakta ve dışarıda karşılamak sağlıklı, dinç insanların vazgeçilmez alışkanlığıdır. Ben de sabah erken saatinde göl kenarında yürüyüş yapıyorum. Ohri’nin temiz havasını içime çekerek, güneş kardeşi bekliyorum. Güneşin doğmasının ardından bir süre daha göl kenarında gezdikten sonra otele dönüp, doğrudan kahvaltıya geçiyorum. Sıkı bir kahvaltı yapmamız şart; çünkü yeniden yola koyulacağız.
Nereye mi?
Tabi ki Resne’ye; bizim Niyazi’nin memleketine!
Makedonlar “Resen” diyorlar. Burası özellikle elma bahçeleri ile ünlü, yeşil bir memleket.. Resne’ye çok yakın bir Hıristiyan köyü olan İbad’da arabayı durdurup, elma yiyoruz.
Resne: Küçük, sevimli bir kasaba.
1908 Meşrutiyet devriminde “Hürriyet kahramanı” olarak tanınmış Osmanlı subayı Niyazi Bey’in memleketi.
Zaten Makedonya’nın tamamı o dönemde İttihat ve Terakki Partisi’nin kalesi idi. Eşkıyaları ile, isyancı ve komitacıları ile yakın tarihe adını yazdırmış bir yerdir Makedonya..
Meşhur bir hikayedir: Sultan Abdülhamid, Manastır valisine gönderdiği telgrafta Manastır’da ne kadar ittihatçı bulunduğunu sorar. Valinin cevabı ibretliktir: “..Padişahım, bu Manastır şehrinde bendenizden gayri herkes İttihatçıdır..”.
Tabi ki, durum böyle olunca padişah mecburen ittihatçıların isteği olan meşrutiyeti ilen etmek zorunda kalır.
İşte Makedonya böyle belalı bir yerdir.
Yolumuz Resne’ye düşmüşken bir de Resneli Niyazi’nin ibret-âmiz hikayesi ile yazımızı bitirelim:
Niyazi Bey, hürriyetin ilanından sonra acayip, baş döndürücü bir şöhrete kavuştu ve o kısa, parlak dönemin bir eseri olarak bir saray ihtişamında ev yaptı Resne’de.. Günümüzde “Niyazi Bey Sarayı” adıyla şehre gelen turistler tarafından ziyaret edilir. Bu saray-ev şu an kent müzesi olarak hizmet görmektedir. Zavallı Niyazi Sarayı’nın tadını çıkaramadan dava arkadaşları tarafından haince vuruldu. Ardından şöyle bir atasözü bırakarak: “ Ne şehittir, ne gazi; pisi pisine gitti bizim Niyazi..”
Kendinize iyi bakın sevgili dostlar!