SON DAKİKA
Hava Durumu

Kim Okurdu? Kim Yazardı?? Bu Osmanlıca Ne Ola ki Hocam???

Yazının Giriş Tarihi: 22.05.2017 22:01
Efendim, “Osmanlıca” diye bir konuşma dili asla ve kat’a yoktur.
Azıcık aklı başında olan bilir ki; milletlerin ya da toplumların ancak bir  dili olabilir.
Bu açıdan baktığımızda “Osmanlı” diye bir millet ya da halk hiçbir zaman olmamıştır.
Gerçi ortada bir hakikat olarak “Osman”ın ailesi vardır ve bu aileden gelenler bir hanedan şeklinde altı yüz yıllık bir devlet yönetmişlerdir.
Lâkin hiçbir aile ya da hanedan oturup bir dil icad edemezler; Osman’ın ailesi – çocukları-torunları da öyle.
O bakımdan sanki başka bir dil imiş gibi – maalesef bir çok kişi safça öyle zannediyor – “Osmanlıca” deyip duruyorlar.
 
Peki “Osmanlıca” ne ola ki; sayın hocam???
Kısa ve öz şöyle cevap vereyim: Arap alfabesi ile yazılan TÜRKÇE’den başka bir şey değildir “Osmanlıca”!
Asıl olan Türk’tür ve dahi Türkçedir efendiler!
Dikkat ederseniz, üniversitelerin tarih ve edebiyat bölümlerinde  Osmanlı devri yazısını okuma dersine “Osmanlıca” denilmez de; “Osmanlı Paleografyası” denir. Paleografya: Eski yazıları okuma bilimi demektir.
 
Osmanlı ailesi, kurucu diğer aileler gibi bir Türk ailesidir ve konuştukları da Türkçe’dir. Üstelik bu Türkçe ilk devirlerde oldukça sade bir halk Türkçesidir. Ancak maalesef ilerleyen yüzyıllarında – bilhassa Fatih’ten sonra- devletin Türkmen halktan iyice uzaklaşmasına sebep olmuş; anlaşılması ağır bir resmi biçime dönüşmüştür. Özellikle devlet çevresindeki okur-yazar kesimi Arapça ve Farsçanın istilasına kapılmış ve yazdıkları çok dar bir kesim tarafından ancak yarım-yamalak anlaşılabilmiştir.  
 
Zaten eski yazı dilimiz devlet-medrese gibi dar bir çevrede kullanılmış; yazılışı itibariyle de çok sayıda farklı el yazısı stilinin (Talik, Rika, Celi, Divani, Siyakat ….v.s.) kullanıldığı karmaşık bir yapıdır.
Halkın yazıyla pek bir işi olmazdı. Halk iletişim işini sözle hallederdi. İllâ ki, yazının gerekli olduğu resmi bir işte bin bir güçlük ile bir okuma-yazma bilen bulunur ve iş öyle halledilirdi.
 
Bu arada her okuyan yazamaz; her yazan da okuyamazdı.
Bu çelişik durum bir halk türküsünde ne de güzel anlatılmış:
Kim okurdu, kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başka olmasa 
 
 
Kör Keçi mi? Kürekçi mi??
Gel de Çöz; Çözebilirsen!!
“Osmanlıca”nın aslı esası hakkında giriş mahiyetindeki bu kelamlardan sonra sizleri eski yazımızın karmaşıklığının sebebiyet verdiği bir fıkra ile baş başa bırakayım:
Eski yazıyı iyi bilen merhum Hüseyin Kaplan’dan dinlemiştim bu trajik-komik hikayeyi:
1780’lerde meşhur kaptanıderya Cezayirli Gazi Hasan Paşa, gemi yapım işlerini denetlemek üzere Gemlik tersanesine gelir. Oradan da gemi yapım malzemesi olan ağaçların tedarik edildiği İnegöl tarafına uğrar.
Paşa Hazretleri dönüş yolunda iken bizim Yenişehir kadısına da yazılı bir emir gönderir. Gelen emri okuyan kadı önce bir anlam veremez. Doğru okuduğundan emin olmak için hemen kasabanın yazı bilen bütün memurlarını, katiplerini bir araya getirir. Onlar da gelen emri aynen kadı efendinin okuduğu gibi okurlar.
Gelen yazılı emir kağıdında şöyle yazıyormuş: “ …Birkaç gün içinde Yenişehir’den de geçeceğim. Ben gelene kadar elli tane KÖR KEÇİ hazır etmenizi emrediyorum!”.
Bizim zavallı memurlar, kadı efendi.. herkes şaşırıp kalır. Hasan Paşa ne yapacaktır elli tane kör keçiyi? Dahası bir iki gün içinde nasıl hazır edeceklerdir elli tane kör keçiyi??
Hasan Paşa’ya adam gönderip sormaya da çekinirler. Çünkü Hasan Paşa dönemin en heybetli paşasıdır ve Padişah I. Abdülhamid üzerinde bile büyük bir nüfuza sahiptir.
Yenişehirli idarecilerimizin ne yapıp edip, heybetli paşamızın emrini yerine getirmeleri gerekmektedir. Hemen hummalı bir arama tarama faaliyetine girişilir. Bütün Yenişehir köyleri, İznik ve Bilecik taraflarından kör keçi soruşturulur. Üç gün içinde ancak yirmi beş otuz kadar kör keçi temin edilir.
Ee bulmak kolay değil hani! Keçi olacak, bir de kör olacak!!
Neyse kurnazca bir çözüm bulunarak, on beş yirmi kadar sağlam keçinin gözleri kör edilir ve nihayet Paşanın istediği gibi elli tane kör keçi temin edilir.
Derken, Cezayirli Gazi Hasan Paşa kalabalık heyetiyle, bir hışımla Yenişehir’e uğrar. “İstediğim hazır mıdır?” diye sorar; bizim kadı efendi bu zor görevi ifa etmenin huzuruyla “Efendim, isteğiniz hazırdır” deyip elli tane kör keçiyi Paşa’nın önüne sürer. Bir “Aferin” beklerken kadı efendi. Hasan Paşa bir nara atar ki; herkes korkudan dona kalır. “Bre kadı! Sen benimle eğlenir misin? Bu ne rezalet?” der Paşa o heybetli sesi ile.
Üzerindeki şaşkınlığı, korkuyu bir süre sonra atan Kadı efendi kısık bir sesle: “Ama efendim! Siz elli tane kör keçi istediniz. Çok zor oldu, her yeri arayıp tarayıp ancak bulabildik. Bir kusurumuz varsa affola!” diyerek emrin yazılı olduğu kağıdı gösterir.
Hasan Paşa, kendisine uzatılan; kendisinin yazdırıp, gönderttiği kağıda bakar ki; orada yazılı ifade kör keçidir. Ancak Paşa ne yapsın kör keçileri; ona gemilerde çalıştırılmak üzere KÜREKÇİ lazımdır.
Meğerse Paşa, her yerden istediği gibi Yenişehir’den de kürekçi istemiştir. Ancak eski yazının azizliği bu! Kürekçiyi kör keçi diye de okuyabilirsiniz pekala.
“Kadı efendi kendine gel! Ben senden Kürekçi istedim Kürekçi!!”
“Efendim, onda ne var? Emriniz baş üstüne” diyen Kadı, hemen Yenişehir’den elli tane delikanlı toplayarak Osmanlı donanmasının hizmetine kürekçi olarak verir.
Normalde çok sert olan Paşa, yazıdaki karışıklığı, ince noktayı fark edip, gülümseyerek geçiştirir bu kez ve Yenişehirli kürekçileri de önüne katıp; zavallı kör keçileri Yenişehir’de bırakıp gider İstanbul’a.
 
İşte böyle sevgili dostlar!
Eski yazımızla ilgili daha bir sürü hikayem var da onları nasip olursa ara ara aktarırım size. Mesela yazı yazmayı bilmeyen Hariciye Nazırımızın(dış işleri bakanı) nasıl oturup bu durumuna ağladığını; bizzat Osmanlı devlet dairesinin birinde Divani yazısını okuyan kalmadığını gösteren belgede nele yazıldığını; Yenişehir’e gelen bir çok resmi evrakın nasıl Beyşehir’e gittiğini, oranınkilerin de bize geldiğini; bir tarih doçenti tanıdığımın bile Siyakat yazısı ile yazılmış belgeleri nasıl on gün boyunca ters tuttuğunu fark edemediğini…
Dedik ya!
Kim okurdu; kim yazardı?
Bu düğümü kim çözerdi? 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.