Başlamadan Önce Açık Bir Not:
Bu yazıyı hür bir vicdan ve akl-ı selimle okuyanlar ana fikri elbette lâyıkıyla kavrayacaklardır.
Yalnız maksatlı ve üstünkörü okuma yapacak olanlara peşinen söylemeliyim ki; bu yazıda herhangi bir partiyi, bir grubu kötülemek; diğerlerini yüceltmek gibi bir maksadım asla yoktur.
Aksine, bütün söylem ve simge farklılıklarına rağmen hemen hepsinin özünde aynı kapıya çıktığını ve o kapının da maalesef demokrasi ve hürriyet kapısı olmadığını iddia ediyorum. Dikkatle incelediğim siyasi, sosyal ve kültürel tarihimiz bana sert- otoriter baba figürünün daha baskın olduğunu; farklılıklara/değişime tahammülümüzün epeyce sığ olduğunu gösteriyor.
Dikkatle, serinkanlılıkla bakarsanız siz de göreceksiniz.
Şimdi Sorumuza Dönelim!
Demokratlarımız ne kadar demokrat??
Sorunun sonuna iki soru işareti takmamın sebebi hikmeti cevap vermeden önce en az iki kere düşünmek ve gerçekten objektif bir gözlem sonucunda cevap bulabilmektir.
Bu sorunun en doğru cevabını Demokrat Partili bir milletvekili veriyor bize. 1950-54 yılları arasında milletvekilliği yapan Ahmet Hamdi Başar’ın “Demokrasi Buhranları” diye bir kitabı var. 1956 yılında İstanbul’da basılan bu kitapta yazar şöyle bir tespitte; daha doğrusu itirafta bulunuyor demokrasimiz ve hürriyetler üzerine:
“Türkiye’de kim muhalefette ise hürriyetçidir, velev ki dünkü diktatör dahi olsa ve her kim ki iktidarda ise hürriyet düşmanıdır, velev ki dün hürriyet kahramanı dahi olsa…”
Demokrasimizin, demokratlığımızın acı vaziyetini bundan daha iyi anlatan bir söz yoktur sanırım!
İktidara uzanan köprüyü geçene kadar “dayıcığım” çektiğimiz bir ayı gibi görüyoruz herhalde güzelim demokrasiyi.
Biz de demokratlık yaşam tarzımızdan kaynaklanan, iyice hazmedilmiş bir öze dayanmadığı için geçici bir iddiadan, bir sözden öteye gitmiyor maalesef.
Siyasi kişiler/partiler iktidar gücünü ellerine geçirdikleri an demokratlık/hürriyetçilik bitmiştir.
O yüzden partinin adında “demokrat/hürriyet/serbest” gibi kelimelerin bulunmasının hiçbir gerçek manası yoktur.
Yıllarca içinde üst düzey mevkileri dahil bir çok pozisyonları işgal ettikleri Halk Partisi’ni daha sonraki yılların konjoktürel durumundan da yararlanarak diktatörlükle/baskıcılıkla suçlayıp Demokrat Parti’yi(DP) kuranların demokratlığı iktidara gelince ve hele ki 1954’te oylarını artırıp ikinci kez seçimleri kazanınca bitti.
Artık “ceketimi koysam kazanır” devri başladı.
Kırşehir örneğinde olduğu gibi iktidara az oy çıkan iller ilçeye; ilçeler köye dönüştürülebilirdi artık.
Demokratlarımızın farklılığa tahammül sınırlarının ne kadar sığ olduğu gün gibi ortaya çıkıyordu her geçen gün.
O yüzden bırakın tek partiyi; sözüm ona çok partili devirlerdeki demokratlarımızın bile demokratlığı yoktu aslında.
En basit örneği seçim kanunundan verebiliriz: “Çoğunluk Sistemi” denen temsili demokrasiyi mahveden bir sistem vardı bizde.
Diyelim ki bir ilde bir parti diğerinden sadece bir oy fazla aldıysa; o ilin bütün milletvekilleri bir oy fazla alan partiden oluyordu. %49.9 oy alanı yok sayan berbat bir seçim sistemi.
DP’den demokrasi adına beklenen şey, iktidara gelince bu sistemi değiştirmekti. İsteselerdi; daha doğrusu samimi demokrat olsalardı, meclise getirip anında değiştirebilecekleri bu berbat sistemi değiştirmediler ve o on yıl boyunca öyle kaldı.
Sadece bir oy fazla alana o ilin bütün vekillikleri verilir; ondan bir tek oy eksik aldı diye diğerine hiçbir milletvekiliği düşmezdi.
Demokratlarımızın ne kadar demokrat olamadıklarının örnekleri say say bitmez.
Bu örnekler sadece siyaset alanında değil; hayatın her alanından verilebilir.
1950’lerde on yıl boyunca tam tamına 867 gazeteci iktidarı eleştirdiği için çeşitli sürelerde hapis yattı.
Bursa’da 1956’da yayınlanan Çivi adında bir mizah gazetesi vardı.
Mizah sahte demokratlarımızın her zaman en sevmediği şeydir.
Gazetenin adından da anlayabiliriz ki, en etkili, en acıtan çivi mizah çivisidir iktidarlar için.
İşte o gazetede yayımlanan basit/hafif bir mizahi fıkra, yazarına bir yıl hapis; on bin para cezası kazandırdı!
Bir gazete bayisi ile gazete/dergi isteyen müşteri arasında hayali bir diyaloga dayanan fıkra şöyledir:
“ –Şuradan bir Hürriyet versene!
- Maalesef kalmadı
- Öyleyse bir Hayat alayım!
- Hürriyet olmayan yerde Hayat ne gezer? ”
Fıkrada da denildiği gibi gerçekte hürriyet olmayan yerde hayat yoktur ve hayatın hem de “Demokrat Parti” tarafından kısıtlandığı güzelim Türkiye’de gencecik bir mizah yazarı “hükümeti tahkir”; yani hakaret suçu kapsamında tam bir yıl Bursa Cezaevinde yatırılıyordu.
Günümüzün Demokratları Demokrat mı?
Söylenecek, yazılacak çok şey var ama ben uzatmadan somut bir tek örnek üzerinden kısa bir cevap vermekle yetineceğim.
Örnekleri sadece 1950’lerin Türkiye’sinden değil; 2000’lerin Türkiye’sinden de verebiliriz ki, bu örnekler bize aslında pek de değişmediğimizi gösterecektir.
Şu anda iktidarın söylemine bakarsak “ileri demokrasi”miz var; artık “Yeni Türkiye”yiz falan…
Bir sürü slogan sözcüğü bir çırpıda söyleyiveriyorlar ama demokraside bir arpa boyu yol alamadığımızı gizlemiyor bu söylemler.
Yukarıda verdiğimiz DP zamanı seçim sistemine benzer bir durumdan bahsedelim mesela.
“İleri/ultra demokrat Türkiye”mizde herhangi bir parti olarak seçime girip %9.99 oy alırsan yüce mecliste kazanacağın temsilci sayısı sıfırdır.
Bu yüzdelik aslında o kadar küçümsenecek bir rakam değildir. Yaklaşık iki milyon yetişkin kişinin/seçmenin iradesi demektir ve bu iradeye gözünü kapatıyor ileri demokratik sistemimiz!
Soyut bir sözüm ona “istikrar”a somut bir halk iradesi feda ediliyor barajı yüksek demokrasimizde.
Sanki barajımız yüksek olduğu için çok istikrarlı bir ülke imişiz gibi!
Gerçekte şu ya da bu parti; şu ya da bu devir hiç fark etmez; bizde demokrasi sadece kaba anlamda bir rakam işidir; geçici bir konjoktürel durumdur ve içi çok da doldurulmamış bir söylemdir.
Sizin anlayacağınız demokrat geçinen siyasilerimiz dahi demokrat değildirler.
Son olarak, demokrasimizin dünü ve bugününe yönelttiğim eleştirilere bakarak benim darbe destekçisi falan olduğumu düşünecek kadar beni tanımayanların şüphesini şu kanaatimle dağıtmak isterim ki:
EN KÖTÜ DEMOKRASİ BİLE EN İYİ DARBEDEN DAHA İYİDİR.
Sonuç: Demokrasi Önce Bir Kültür ve Eğitim İşidir; Siyaset İşi Değil!
Gerçekte ileri bir demokrasi, hak ve sorumluluk temelleri üzerinde yükselecek hakiki bir hürriyet siyasetle sağlanacak bir şey olmayıp, bir eğitim ve kültür olayıdır.
Bir eğitimci olarak çuvaldızı eğitime batırmam gerekiyor.
Bizde eğitim gerçek anlamda hür bireyler yetiştirmiyor.
Siyaseten ve/veya ideolojik olarak birileri tarafından ham madde olarak kullanılmak üzere nefer yetiştiriyor.
Sadece o da değil!
Araştırmaktan- okumaktan, öğrenmenin değerinden; kendi öz değerinden ve başkasının hakkına saygıdan yoksun ama işini bilen, kurnaz memurlar-tüccarlar falan yetiştiriyor eğitim sistemi.
Ben kendi adıma bu berbat sistemin dişlerini sökemesem de sökmeye uğraş veriyorum.
Öğrencilerime aklı-mantığı ve aynı zamanda vicdan ile ahlakı aşılamaya çalışıyorum. Yanlarında daima KOCAMAN BİR SORU İŞARETİ gezdirmelerini; birilerinin vasıfsız neferleri olmamalarını öğütlüyorum.
Konuyla bağlantı kurarak bitirecek olursak; demokrasi tarihimizin neden cılız kaldığını; demokratlarımızın bile nasıl demokrat olamadıklarını örneklerle işliyorum.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Salih Erol
Demokratlarımız Ne Kadar Demokrat??
Bu yazıyı hür bir vicdan ve akl-ı selimle okuyanlar ana fikri elbette lâyıkıyla kavrayacaklardır.
Yalnız maksatlı ve üstünkörü okuma yapacak olanlara peşinen söylemeliyim ki; bu yazıda herhangi bir partiyi, bir grubu kötülemek; diğerlerini yüceltmek gibi bir maksadım asla yoktur.
Aksine, bütün söylem ve simge farklılıklarına rağmen hemen hepsinin özünde aynı kapıya çıktığını ve o kapının da maalesef demokrasi ve hürriyet kapısı olmadığını iddia ediyorum. Dikkatle incelediğim siyasi, sosyal ve kültürel tarihimiz bana sert- otoriter baba figürünün daha baskın olduğunu; farklılıklara/değişime tahammülümüzün epeyce sığ olduğunu gösteriyor.
Dikkatle, serinkanlılıkla bakarsanız siz de göreceksiniz.
Şimdi Sorumuza Dönelim!
Demokratlarımız ne kadar demokrat??
Sorunun sonuna iki soru işareti takmamın sebebi hikmeti cevap vermeden önce en az iki kere düşünmek ve gerçekten objektif bir gözlem sonucunda cevap bulabilmektir.
Bu sorunun en doğru cevabını Demokrat Partili bir milletvekili veriyor bize. 1950-54 yılları arasında milletvekilliği yapan Ahmet Hamdi Başar’ın “Demokrasi Buhranları” diye bir kitabı var. 1956 yılında İstanbul’da basılan bu kitapta yazar şöyle bir tespitte; daha doğrusu itirafta bulunuyor demokrasimiz ve hürriyetler üzerine:
“Türkiye’de kim muhalefette ise hürriyetçidir, velev ki dünkü diktatör dahi olsa ve her kim ki iktidarda ise hürriyet düşmanıdır, velev ki dün hürriyet kahramanı dahi olsa…”
Demokrasimizin, demokratlığımızın acı vaziyetini bundan daha iyi anlatan bir söz yoktur sanırım!
İktidara uzanan köprüyü geçene kadar “dayıcığım” çektiğimiz bir ayı gibi görüyoruz herhalde güzelim demokrasiyi.
Biz de demokratlık yaşam tarzımızdan kaynaklanan, iyice hazmedilmiş bir öze dayanmadığı için geçici bir iddiadan, bir sözden öteye gitmiyor maalesef.
Siyasi kişiler/partiler iktidar gücünü ellerine geçirdikleri an demokratlık/hürriyetçilik bitmiştir.
O yüzden partinin adında “demokrat/hürriyet/serbest” gibi kelimelerin bulunmasının hiçbir gerçek manası yoktur.
Yıllarca içinde üst düzey mevkileri dahil bir çok pozisyonları işgal ettikleri Halk Partisi’ni daha sonraki yılların konjoktürel durumundan da yararlanarak diktatörlükle/baskıcılıkla suçlayıp Demokrat Parti’yi(DP) kuranların demokratlığı iktidara gelince ve hele ki 1954’te oylarını artırıp ikinci kez seçimleri kazanınca bitti.
Artık “ceketimi koysam kazanır” devri başladı.
Kırşehir örneğinde olduğu gibi iktidara az oy çıkan iller ilçeye; ilçeler köye dönüştürülebilirdi artık.
Demokratlarımızın farklılığa tahammül sınırlarının ne kadar sığ olduğu gün gibi ortaya çıkıyordu her geçen gün.
O yüzden bırakın tek partiyi; sözüm ona çok partili devirlerdeki demokratlarımızın bile demokratlığı yoktu aslında.
En basit örneği seçim kanunundan verebiliriz: “Çoğunluk Sistemi” denen temsili demokrasiyi mahveden bir sistem vardı bizde.
Diyelim ki bir ilde bir parti diğerinden sadece bir oy fazla aldıysa; o ilin bütün milletvekilleri bir oy fazla alan partiden oluyordu. %49.9 oy alanı yok sayan berbat bir seçim sistemi.
DP’den demokrasi adına beklenen şey, iktidara gelince bu sistemi değiştirmekti. İsteselerdi; daha doğrusu samimi demokrat olsalardı, meclise getirip anında değiştirebilecekleri bu berbat sistemi değiştirmediler ve o on yıl boyunca öyle kaldı.
Sadece bir oy fazla alana o ilin bütün vekillikleri verilir; ondan bir tek oy eksik aldı diye diğerine hiçbir milletvekiliği düşmezdi.
Demokratlarımızın ne kadar demokrat olamadıklarının örnekleri say say bitmez.
Bu örnekler sadece siyaset alanında değil; hayatın her alanından verilebilir.
1950’lerde on yıl boyunca tam tamına 867 gazeteci iktidarı eleştirdiği için çeşitli sürelerde hapis yattı.
Bursa’da 1956’da yayınlanan Çivi adında bir mizah gazetesi vardı.
Mizah sahte demokratlarımızın her zaman en sevmediği şeydir.
Gazetenin adından da anlayabiliriz ki, en etkili, en acıtan çivi mizah çivisidir iktidarlar için.
İşte o gazetede yayımlanan basit/hafif bir mizahi fıkra, yazarına bir yıl hapis; on bin para cezası kazandırdı!
Bir gazete bayisi ile gazete/dergi isteyen müşteri arasında hayali bir diyaloga dayanan fıkra şöyledir:
“ –Şuradan bir Hürriyet versene!
- Maalesef kalmadı
- Öyleyse bir Hayat alayım!
- Hürriyet olmayan yerde Hayat ne gezer? ”
Fıkrada da denildiği gibi gerçekte hürriyet olmayan yerde hayat yoktur ve hayatın hem de “Demokrat Parti” tarafından kısıtlandığı güzelim Türkiye’de gencecik bir mizah yazarı “hükümeti tahkir”; yani hakaret suçu kapsamında tam bir yıl Bursa Cezaevinde yatırılıyordu.
Günümüzün Demokratları Demokrat mı?
Söylenecek, yazılacak çok şey var ama ben uzatmadan somut bir tek örnek üzerinden kısa bir cevap vermekle yetineceğim.
Örnekleri sadece 1950’lerin Türkiye’sinden değil; 2000’lerin Türkiye’sinden de verebiliriz ki, bu örnekler bize aslında pek de değişmediğimizi gösterecektir.
Şu anda iktidarın söylemine bakarsak “ileri demokrasi”miz var; artık “Yeni Türkiye”yiz falan…
Bir sürü slogan sözcüğü bir çırpıda söyleyiveriyorlar ama demokraside bir arpa boyu yol alamadığımızı gizlemiyor bu söylemler.
Yukarıda verdiğimiz DP zamanı seçim sistemine benzer bir durumdan bahsedelim mesela.
“İleri/ultra demokrat Türkiye”mizde herhangi bir parti olarak seçime girip %9.99 oy alırsan yüce mecliste kazanacağın temsilci sayısı sıfırdır.
Bu yüzdelik aslında o kadar küçümsenecek bir rakam değildir. Yaklaşık iki milyon yetişkin kişinin/seçmenin iradesi demektir ve bu iradeye gözünü kapatıyor ileri demokratik sistemimiz!
Soyut bir sözüm ona “istikrar”a somut bir halk iradesi feda ediliyor barajı yüksek demokrasimizde.
Sanki barajımız yüksek olduğu için çok istikrarlı bir ülke imişiz gibi!
Gerçekte şu ya da bu parti; şu ya da bu devir hiç fark etmez; bizde demokrasi sadece kaba anlamda bir rakam işidir; geçici bir konjoktürel durumdur ve içi çok da doldurulmamış bir söylemdir.
Sizin anlayacağınız demokrat geçinen siyasilerimiz dahi demokrat değildirler.
Son olarak, demokrasimizin dünü ve bugününe yönelttiğim eleştirilere bakarak benim darbe destekçisi falan olduğumu düşünecek kadar beni tanımayanların şüphesini şu kanaatimle dağıtmak isterim ki:
EN KÖTÜ DEMOKRASİ BİLE EN İYİ DARBEDEN DAHA İYİDİR.
Sonuç: Demokrasi Önce Bir Kültür ve Eğitim İşidir; Siyaset İşi Değil!
Gerçekte ileri bir demokrasi, hak ve sorumluluk temelleri üzerinde yükselecek hakiki bir hürriyet siyasetle sağlanacak bir şey olmayıp, bir eğitim ve kültür olayıdır.
Bir eğitimci olarak çuvaldızı eğitime batırmam gerekiyor.
Bizde eğitim gerçek anlamda hür bireyler yetiştirmiyor.
Siyaseten ve/veya ideolojik olarak birileri tarafından ham madde olarak kullanılmak üzere nefer yetiştiriyor.
Sadece o da değil!
Araştırmaktan- okumaktan, öğrenmenin değerinden; kendi öz değerinden ve başkasının hakkına saygıdan yoksun ama işini bilen, kurnaz memurlar-tüccarlar falan yetiştiriyor eğitim sistemi.
Ben kendi adıma bu berbat sistemin dişlerini sökemesem de sökmeye uğraş veriyorum.
Öğrencilerime aklı-mantığı ve aynı zamanda vicdan ile ahlakı aşılamaya çalışıyorum. Yanlarında daima KOCAMAN BİR SORU İŞARETİ gezdirmelerini; birilerinin vasıfsız neferleri olmamalarını öğütlüyorum.
Konuyla bağlantı kurarak bitirecek olursak; demokrasi tarihimizin neden cılız kaldığını; demokratlarımızın bile nasıl demokrat olamadıklarını örneklerle işliyorum.