Çok şükür, çocukluğumuzda birkaç dana-koyun güdüp onları karnı doymuş olarak ve birkaçını da kaybetmeden eve getirebilmek kısmet oldu.
Ama bu yetmiyordu!
Önemlisi, yetişkin olunca iş dünyasına girip asıl orada deneyim kazanmak, rekabetin nasıl bir şey olduğunu görmekti.
Bunu yaşamadan memleket yönetimi hakkında ahkâm kesmek kolay oluyordu.
Varsılları salt iktidarın adamı yahut şanslı insanlardan oluştuğunu sanıyorduk!
Allah “Parayı dilediğime, ilmi de isteyene veririm” diyordu…
Süreç içinde, yan yatarak, vasat bir enerjiyle piyasada yer edinilemeyeceğini yaşayarak görmek gerekiyordu. Özallı yıllara kadar kapalı ekonomide yaşadığımız ve ilginç bir eğitim sistemine muhatap olduğumuzdan yapılan-edilen her şeye bir kulp bulur, merkez sağ siyasetçilerin memleketi sattığını, satacağını sanırdık.
Memleketi kalkındırmak, ilerletmek için sol politika adı altında aslında kapalı bir ekonomi modelinin sürmesi gerektiğine inandırılmıştık. Özal’ın memleketi dışa açma çabalarını ‘Memleket elden gidiyor’ diye kaygıyla izlerdik.!
* * * Özal sonrası 1994 yılının başına gelindiğinde, Cumhuriyet tarihinin en büyük cari açığı ve kamu açığı ile önemli bir krizin içine düşen Türkiye’de ne yazık ki krizi atlatmak adına alınan önlemler krizin daha da derinleşmesine yol açmıştı. 5 Nisan kararları olarak anılan ve DYP-SHP koalisyonu döneminde alınan kararlarla TL döviz karşısında bir gecede yarı yarıya değer yitirdi.
Dövize olan akımı kesmek ve kısa dönemli kamu borçlarını ödeyebilmek için Mayıs 1994 tarihinde hükümet %400 faizli borçlanma kağıtlarını piyasaya sürdü.
Dengeleri düzeltmeden yapay yolla faiz oranlarını düşürme çabası faiz oranlarında çok daha yüksek oranda bir sıçramaya neden oldu.
Sonuç, ücretlerin düşürülmesi, işsizlikte artış, yüksek bir devalüasyon ve üç basamaklı enflasyon döneminin açılması olarak kendini göstermişti.
Dengeler iyice bozuldu, insanlar işten, güçten oldu…
* * *
Ardından 28 Şubat 1997 gerilimleri… Erbakan iktidarını devirmek için oynanan oyunlar, sermayenin yeşil-kırmızı diye çeşitlere ayrılması…
Sonra Necdet Sezer dönemi!
Çankaya Köşkü'nde yapılan Milli Güvenlik Kurulu'nun 19 Şubat 2001 tarihindeki toplantısında, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlatması ve Başbakan Bülent Ecevit’in yaşanan tartışma sonunda toplantıyı terk etmesi…
Ve olayın bizzat Bülent Ecevit tarafından basına açıklanması ile de büyük bir ekonomik kriz dalgası başlaması… Borsanın çöküşü, dövizin fırlaması…
Bütün bunlar, büyük oranda bürokratik anlayışın ekonomiyi kapalı devre yönetmek istemesinden kaynaklanıyordu.
Hükümetse de koalisyondu!..
Maaşını kriz de olsa alan yüksek bürokratlar için batanın-çıkanın bir önemi yoktu!
Kuşkusuz bütün bunlar sistemden kaynaklanıyordu…
* * *
MÜSİAD Genel Başkanı Nail Olpak, önceki gün, bir daha anımsamak bile istemediğimiz bir 28 Şubat günü İnegöl’de yaptığı konuşmada; "Yaşananlar yaşandı, biz iş dünyası olarak bugüne bakmak, yarına bakmak isteriz. Mart ayında, Nisan ayında işler nasıl gidecek bunları bilmek isteriz, geleceğe olabildiğince garantili bakmak isteriz” derken rakamlar verdi ve 190 ülke arasında Türkiye’nin inşaat alma kolaylığında 102, dış ticarette 70, elektrik bağlatmada 58, kredi alma kolaylığında 82, iflas durumunda karşılaşılan olayların halledilmesinde 126'ncı sırada olduğunu belirterek dünyadaki gelişme ve değişimlere ayak uydurulması için “ Kararımızı buna göre vermeliyiz” derken 16 Nisan referandumuna atıfta bulunuyordu haklı olarak.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Orhan Kaplan
Türkiye’de işler-güçler!
Ama bu yetmiyordu!
Önemlisi, yetişkin olunca iş dünyasına girip asıl orada deneyim kazanmak, rekabetin nasıl bir şey olduğunu görmekti.
Bunu yaşamadan memleket yönetimi hakkında ahkâm kesmek kolay oluyordu.
Varsılları salt iktidarın adamı yahut şanslı insanlardan oluştuğunu sanıyorduk!
Allah “Parayı dilediğime, ilmi de isteyene veririm” diyordu…
Süreç içinde, yan yatarak, vasat bir enerjiyle piyasada yer edinilemeyeceğini yaşayarak görmek gerekiyordu.
Özallı yıllara kadar kapalı ekonomide yaşadığımız ve ilginç bir eğitim sistemine muhatap olduğumuzdan yapılan-edilen her şeye bir kulp bulur, merkez sağ siyasetçilerin memleketi sattığını, satacağını sanırdık.
Memleketi kalkındırmak, ilerletmek için sol politika adı altında aslında kapalı bir ekonomi modelinin sürmesi gerektiğine inandırılmıştık.
Özal’ın memleketi dışa açma çabalarını ‘Memleket elden gidiyor’ diye kaygıyla izlerdik.!
* * *
Özal sonrası 1994 yılının başına gelindiğinde, Cumhuriyet tarihinin en büyük cari açığı ve kamu açığı ile önemli bir krizin içine düşen Türkiye’de ne yazık ki krizi atlatmak adına alınan önlemler krizin daha da derinleşmesine yol açmıştı.
5 Nisan kararları olarak anılan ve DYP-SHP koalisyonu döneminde alınan kararlarla TL döviz karşısında bir gecede yarı yarıya değer yitirdi.
Dövize olan akımı kesmek ve kısa dönemli kamu borçlarını ödeyebilmek için Mayıs 1994 tarihinde hükümet %400 faizli borçlanma kağıtlarını piyasaya sürdü.
Dengeleri düzeltmeden yapay yolla faiz oranlarını düşürme çabası faiz oranlarında çok daha yüksek oranda bir sıçramaya neden oldu.
Sonuç, ücretlerin düşürülmesi, işsizlikte artış, yüksek bir devalüasyon ve üç basamaklı enflasyon döneminin açılması olarak kendini göstermişti.
Dengeler iyice bozuldu, insanlar işten, güçten oldu…
* * *
Ardından 28 Şubat 1997 gerilimleri…
Erbakan iktidarını devirmek için oynanan oyunlar, sermayenin yeşil-kırmızı diye çeşitlere ayrılması…
Sonra Necdet Sezer dönemi!
Çankaya Köşkü'nde yapılan Milli Güvenlik Kurulu'nun 19 Şubat 2001 tarihindeki toplantısında, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlatması ve Başbakan Bülent Ecevit’in yaşanan tartışma sonunda toplantıyı terk etmesi…
Ve olayın bizzat Bülent Ecevit tarafından basına açıklanması ile de büyük bir ekonomik kriz dalgası başlaması…
Borsanın çöküşü, dövizin fırlaması…
Bütün bunlar, büyük oranda bürokratik anlayışın ekonomiyi kapalı devre yönetmek istemesinden kaynaklanıyordu.
Hükümetse de koalisyondu!..
Maaşını kriz de olsa alan yüksek bürokratlar için batanın-çıkanın bir önemi yoktu!
Kuşkusuz bütün bunlar sistemden kaynaklanıyordu…
* * *
MÜSİAD Genel Başkanı Nail Olpak, önceki gün, bir daha anımsamak bile istemediğimiz bir 28 Şubat günü İnegöl’de yaptığı konuşmada; "Yaşananlar yaşandı, biz iş dünyası olarak bugüne bakmak, yarına bakmak isteriz. Mart ayında, Nisan ayında işler nasıl gidecek bunları bilmek isteriz, geleceğe olabildiğince garantili bakmak isteriz” derken rakamlar verdi ve 190 ülke arasında Türkiye’nin inşaat alma kolaylığında 102, dış ticarette 70, elektrik bağlatmada 58, kredi alma kolaylığında 82, iflas durumunda karşılaşılan olayların halledilmesinde 126'ncı sırada olduğunu belirterek dünyadaki gelişme ve değişimlere ayak uydurulması için “ Kararımızı buna göre vermeliyiz” derken 16 Nisan referandumuna atıfta bulunuyordu haklı olarak.