Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz bugün tarihindeki en derin kriz dönemine girmiş bulunuyor. İslam korkusu, göçmen, yabancı korkusu ile merkez partilerin zayıfladığı, ırkçı, tepkici, aşırı sağ partilerin güçlendiği Avrupa siyaseti, bugün AB’deki bu krizi daha derinleştiriyor, dense hiç de yanlış olmaz.
Peki, Türkiye bu aşamada ne yapabilir?
Yahut da yapmalı mıdır?
Bu soruya yanıt ararken öncelikle şu saptamayı yapmakta yarar var;
başından beri AB içinde her zaman Türkiye karşıtları olduğu gibi, Türkiye içinde de AB karşıtları hep olageldi.
Günümüz Türkiyesi'nde çok kolay prim yapan bir tutum, bir pozisyon Avrupa Birliği karşıtlığı yani!
Süreç, bütün bunlara karşın inişli-çıkışlı da yürüse bugünlere geldi…
* * *
Ancak bugün gelinen son aşama, gerek AB ve gerekse Türkiye açısından en derin kiriz olarak görülmekte.
Bu krizin çözümünün bir boyutunu, Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlanması oluşturuyor kuşkusuz ama Almanya’nın yaklaşımı buna engel gibi görünüyor artık!
Hem Türkiye hem de AB, son dönemde çok ciddi güvenlik riskleri, bölgesel meydan okumalar ve küresel çalkantılar ile karşı karşıya bulunsa da Almanya kendi seçimleri öncesinde iç politik kaygılarla ortaya koyduğu yaklaşımlarla sanki bu tehlikelerin farkında değil gibi! Mülteci krizi, terör sorunu, Suriye ve Irak’ta 'çökmüş devlet' sorunu, Türkiye ve AB’yi doğrudan etkileyen riskler ve meydan okumalar her iki taraf için de aslında akılcı değil ve sürdürülebilir de değil.
* * *
Bu aşamada Almanya’nın tutumuna Türkiye’den üst düzeyden meydan okuması anlaşılabilir bir şey olsa gerek… Alman siyasetçilerinin son günlerdeki çıkışları, davranışlarını bırakın dostluğu, normal ilişkilerde bile görülemeyecek davranışlar olarak görmek gerek.
Ne ki, Almanya bunun farkında olmayarak köprüleri atmak ister gibi!..
* * *
Tanzimat'tan sonra genel olarak aydınlar ve bazı devlet adamlarıAvrupa'yı; her türlü iyiliğin, faziletin ve uygarlığın kaynağı ve merkezi olarak görmüş ve onları ülkeye ithal etmenin yollarını aramıştır.
Genel olarak halk da, Avrupa'yı; her türlü kötülüğün, ahlaksızlığın yuvası olarak görmüş ve karşı çıkmıştır.
Aslında bu her iki yaklaşım da tam olarak doğru değildir, sorunludur.
Bilinmektedir ki Avrupa Birliği, benzeri başka hiçbir ülkede ve kıtada görülmeyen kanlı din, mezhep ve etnik çatışmaların ve bitmez tükenmez iktidar mücadelelerinin; düşünce ve eylem alanlarındaki kıyasıya kavgaların bir sonucu ve sentezi olarak ortaya çıkmıştır.
Sefaletin, cehaletin, dinsel bağnazlığın kol gezdiği zifiri karanlık bir Orta Çağ'dan; sanayi devrimine ve günümüzdeki çoğulcu demokrasiye, hukuk devletine kolay gelindiği söylenebilinir mi? Türkiye’nin de son 50 yıllık süreçte bu dinamizmden yararlanarak birçok reforma imza attığı ve bugünlere geldiği yadsınmamalıdır. AB'nin elbette eksikleri ve yanlışları bulunmaktadır.
Tıpkı bizde de olduğu gibi!..
Ama şimdi Türkiye haklı…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Orhan Kaplan
Türkiye-AB ilişkilerinde en derin kriz!..
İslam korkusu, göçmen, yabancı korkusu ile merkez partilerin zayıfladığı, ırkçı, tepkici, aşırı sağ partilerin güçlendiği Avrupa siyaseti, bugün AB’deki bu krizi daha derinleştiriyor, dense hiç de yanlış olmaz.
Peki, Türkiye bu aşamada ne yapabilir?
Yahut da yapmalı mıdır?
Bu soruya yanıt ararken öncelikle şu saptamayı yapmakta yarar var;
başından beri AB içinde her zaman Türkiye karşıtları olduğu gibi, Türkiye içinde de AB karşıtları hep olageldi.
Günümüz Türkiyesi'nde çok kolay prim yapan bir tutum, bir pozisyon Avrupa Birliği karşıtlığı yani!
Süreç, bütün bunlara karşın inişli-çıkışlı da yürüse bugünlere geldi…
* * *
Ancak bugün gelinen son aşama, gerek AB ve gerekse Türkiye açısından en derin kiriz olarak görülmekte.
Bu krizin çözümünün bir boyutunu, Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlanması oluşturuyor kuşkusuz ama Almanya’nın yaklaşımı buna engel gibi görünüyor artık!
Hem Türkiye hem de AB, son dönemde çok ciddi güvenlik riskleri, bölgesel meydan okumalar ve küresel çalkantılar ile karşı karşıya bulunsa da Almanya kendi seçimleri öncesinde iç politik kaygılarla ortaya koyduğu yaklaşımlarla sanki bu tehlikelerin farkında değil gibi!
Mülteci krizi, terör sorunu, Suriye ve Irak’ta 'çökmüş devlet' sorunu, Türkiye ve AB’yi doğrudan etkileyen riskler ve meydan okumalar her iki taraf için de aslında akılcı değil ve sürdürülebilir de değil.
* * *
Bu aşamada Almanya’nın tutumuna Türkiye’den üst düzeyden meydan okuması anlaşılabilir bir şey olsa gerek…
Alman siyasetçilerinin son günlerdeki çıkışları, davranışlarını bırakın dostluğu, normal ilişkilerde bile görülemeyecek davranışlar olarak görmek gerek.
Ne ki, Almanya bunun farkında olmayarak köprüleri atmak ister gibi!..
* * *
Tanzimat'tan sonra genel olarak aydınlar ve bazı devlet adamları Avrupa'yı; her türlü iyiliğin, faziletin ve uygarlığın kaynağı ve merkezi olarak görmüş ve onları ülkeye ithal etmenin yollarını aramıştır.
Genel olarak halk da, Avrupa'yı; her türlü kötülüğün, ahlaksızlığın yuvası olarak görmüş ve karşı çıkmıştır.
Aslında bu her iki yaklaşım da tam olarak doğru değildir, sorunludur.
Bilinmektedir ki Avrupa Birliği, benzeri başka hiçbir ülkede ve kıtada görülmeyen kanlı din, mezhep ve etnik çatışmaların ve bitmez tükenmez iktidar mücadelelerinin; düşünce ve eylem alanlarındaki kıyasıya kavgaların bir sonucu ve sentezi olarak ortaya çıkmıştır.
Sefaletin, cehaletin, dinsel bağnazlığın kol gezdiği zifiri karanlık bir Orta Çağ'dan; sanayi devrimine ve günümüzdeki çoğulcu demokrasiye, hukuk devletine kolay gelindiği söylenebilinir mi?
Türkiye’nin de son 50 yıllık süreçte bu dinamizmden yararlanarak birçok reforma imza attığı ve bugünlere geldiği yadsınmamalıdır.
AB'nin elbette eksikleri ve yanlışları bulunmaktadır.
Tıpkı bizde de olduğu gibi!..
Ama şimdi Türkiye haklı…