Milli siyaset, bir milletin, yurtiçinde ve yurtdışında, davası ve ülküleri doğrultusunda, kendi ülkesinin çıkarlarını sağlamak ve korumak, milli hedeflerine ulaşmak ve ulaşılan hedefleri korumak, sürdürmek olarak tanımlanabilir.
Yoksa milli siyaset, her şeyin devletleştirme siyaseti değildir.
O zaman onun adı başka bir şey olur… Milli ekonomi tanımı da öyle…
Salt kendi insanımızın emeği, çalışması ve üretimiyle ülkemizin kalkınmasını ve ekonomik bağımsızlığını hedeflemektir. Türkiye’nin gerektiğinde her türlü mal ve hizmeti üretebilme gücüne sahip olması, iç ve dış ödemelerini borçlanmadan temin edebilme arzusudur.
Anlaşılacağı üzere bu bir arzudur…
Dünyada kimi ülkeler zengin madenlere, kimileri petrol kaynaklarına sahiptir.
Kimileri ise bunlardan yoksundur.
O nedenle bir ülkenin her şeyi kendi üretip, kendi kendine yetebilmesi olanaksızdır. Kalkınmanın, refahınyolu kendi olanaklarını sonuna kadar kullanarak, rekabet ortamı gereği dışarıyla da etkileşim halinde olmaktır.
Sınırları kapatarak içeride “biz kendimize yeteriz” demek aslında içeride bir sömürü mekanizması oluşturmak anlamına gelir.
* * * 1995 yılında Gümrük Birliği kararının kabul edilmesi aşamasındaki durumu ve tartışmaları bir anımsayalım. Türkiye’nin AB sanayi mallarına uygulanan gümrük vergilerini kaldırmasını getiren bu anlaşmanın 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmesine kadar ne tartışmalar yaşandı, ne karşı çıkışlar oldu.
Buna en çok Türkiye’de ekonominin başında olan büyük holdingler karşı çıkmışlardı.
Yurt dışından getirdikleri malları Anadolu’da oluşturdukları bayilikler yoluyla pazarlayarak çok ve kolay paralar kazanmaktaydılar çünkü.
Dünya otomotiv üretim ve pazarlamasında koşar adımlarla ilerler ve hem daha ucuz ve hem de daha kaliteli araçlar üretirken, Türkiye insanı büyük paralar karşılığı Murat arabalarına mahkûm edilmekteydi.
Sonra ne oldu? Türkiye bugün dünya standartlarında araç ve beyaz eşya üretimine başladı.
Bunu sağlayan rekabet ortamına uyumdu.…
Bu gün AB ülkelerinde her iki evden birinde Türk malı beyaz eşya kullanılıyor olmasını sağlayan da buydu…
Bu anlaşmanın Türkiye’nin diğer üçüncü ülkelerle olan alış-verişlerinde oraya çıkan sorunlar dışında bu gün Gümrük Birliği, AB ile Türkiye arasındaki ticaret ve yatırımın büyümesini desteklemiş, Türkiye’de üretkenlik kazancını teşvik etmiş, Türkiye’nin rekabetçi bir yapıya uyumunu kolaylaştırmadığını kim söyleyebilir?
* * *
Evet, yerli malı kullanalım, demek kulağa hoş geliyor…
Adam “yerli malı kullanalım” diyor ama altında Alman arabası, kravatı İsviçre, ayakkabıları İtalya’dan!
Kullanalım tabii ki!..
Ama illa ki yerli malı kullanacağız diyerek de ülke içinde yeni bir sömürü düzeni kurmamak gerek. Rekabet koşullarını sürdürmek asıl olmalıdır.
Çocukluğumda anımsarım, “yerli malı haftası” dolayısıyla okula elma, armut, üzüm gibi yiyecekler getirirdik ‘bizim malımız’ diye!..
Şimdiyse AB ülkeleri dahil dünyanın her yanına beyazeşya ve mobilya satabiliyoruz. Millilik ile yerli malı kullanımını birbirine karıştırmamak gerek.
Daha 10-15 yıl öncesine kadar cumhuriyet bayramlarındaki geçit törenlerinde dışarıdan alığımız araçları, çöp kamyonlarını bile izlerdik!
O anlayış, o günlerde, okullarımızda yerli malı haftaları düzenleterek elma armutlarla bizi oyalamaktaydı. İnsanoğlu yaratılıştan bencildir!..
Daha ucuz ve kalitelisini başka biri yapmış olsa, kim illa ki bizim ürünü kullanırım, diyebilmekte ki?
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Orhan Kaplan
Milli siyaset ve yerli malı kullanmak!..
Yoksa milli siyaset, her şeyin devletleştirme siyaseti değildir.
O zaman onun adı başka bir şey olur…
Milli ekonomi tanımı da öyle…
Salt kendi insanımızın emeği, çalışması ve üretimiyle ülkemizin kalkınmasını ve ekonomik bağımsızlığını hedeflemektir.
Türkiye’nin gerektiğinde her türlü mal ve hizmeti üretebilme gücüne sahip olması, iç ve dış ödemelerini borçlanmadan temin edebilme arzusudur.
Anlaşılacağı üzere bu bir arzudur…
Dünyada kimi ülkeler zengin madenlere, kimileri petrol kaynaklarına sahiptir.
Kimileri ise bunlardan yoksundur.
O nedenle bir ülkenin her şeyi kendi üretip, kendi kendine yetebilmesi olanaksızdır.
Kalkınmanın, refahın yolu kendi olanaklarını sonuna kadar kullanarak, rekabet ortamı gereği dışarıyla da etkileşim halinde olmaktır.
Sınırları kapatarak içeride “biz kendimize yeteriz” demek aslında içeride bir sömürü mekanizması oluşturmak anlamına gelir.
* * *
1995 yılında Gümrük Birliği kararının kabul edilmesi aşamasındaki durumu ve tartışmaları bir anımsayalım.
Türkiye’nin AB sanayi mallarına uygulanan gümrük vergilerini kaldırmasını getiren bu anlaşmanın 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmesine kadar ne tartışmalar yaşandı, ne karşı çıkışlar oldu.
Buna en çok Türkiye’de ekonominin başında olan büyük holdingler karşı çıkmışlardı.
Yurt dışından getirdikleri malları Anadolu’da oluşturdukları bayilikler yoluyla pazarlayarak çok ve kolay paralar kazanmaktaydılar çünkü.
Dünya otomotiv üretim ve pazarlamasında koşar adımlarla ilerler ve hem daha ucuz ve hem de daha kaliteli araçlar üretirken, Türkiye insanı büyük paralar karşılığı Murat arabalarına mahkûm edilmekteydi.
Sonra ne oldu?
Türkiye bugün dünya standartlarında araç ve beyaz eşya üretimine başladı.
Bunu sağlayan rekabet ortamına uyumdu.…
Bu gün AB ülkelerinde her iki evden birinde Türk malı beyaz eşya kullanılıyor olmasını sağlayan da buydu…
Bu anlaşmanın Türkiye’nin diğer üçüncü ülkelerle olan alış-verişlerinde oraya çıkan sorunlar dışında bu gün Gümrük Birliği, AB ile Türkiye arasındaki ticaret ve yatırımın büyümesini desteklemiş, Türkiye’de üretkenlik kazancını teşvik etmiş, Türkiye’nin rekabetçi bir yapıya uyumunu kolaylaştırmadığını kim söyleyebilir?
* * *
Evet, yerli malı kullanalım, demek kulağa hoş geliyor…
Adam “yerli malı kullanalım” diyor ama altında Alman arabası, kravatı İsviçre, ayakkabıları İtalya’dan!
Kullanalım tabii ki!..
Ama illa ki yerli malı kullanacağız diyerek de ülke içinde yeni bir sömürü düzeni kurmamak gerek.
Rekabet koşullarını sürdürmek asıl olmalıdır.
Çocukluğumda anımsarım, “yerli malı haftası” dolayısıyla okula elma, armut, üzüm gibi yiyecekler getirirdik ‘bizim malımız’ diye!..
Şimdiyse AB ülkeleri dahil dünyanın her yanına beyaz eşya ve mobilya satabiliyoruz.
Millilik ile yerli malı kullanımını birbirine karıştırmamak gerek.
Daha 10-15 yıl öncesine kadar cumhuriyet bayramlarındaki geçit törenlerinde dışarıdan alığımız araçları, çöp kamyonlarını bile izlerdik!
O anlayış, o günlerde, okullarımızda yerli malı haftaları düzenleterek elma armutlarla bizi oyalamaktaydı.
İnsanoğlu yaratılıştan bencildir!..
Daha ucuz ve kalitelisini başka biri yapmış olsa, kim illa ki bizim ürünü kullanırım, diyebilmekte ki?