Her yurttaşın karar süreçlerinde aktif olarak yer alabildiği yönetim biçimi, diye tanımlanır kısaca demokrasilerde katılımcılık…
Asıl olan yönetici seçimi ve karar alma süreçlerinde tüm yurttaşların toplanarak karar almasıdır ama günümüzde nüfusun yoğun olduğu düşünüldüğünde böyle bir katılımcı demokrasinin olanaksızlığı da anlaşılabilmektedir.
Ancak doğrudan demokrasi de denilen bu durumu işletmenin zorlukları ortadadır…
Durum böyle olunca toplumlar katılımı önce seçimler için gerekli görmüşlerdir.
Ancak demokrasi kuşkusuz salt sandık ve seçim sonuçlarından ibaret görülmemelidir.
Ama sandık işin başıdır ve olmazsa olmazıdır… Katılımcılığı günümüz toplumları seçimlerden sonra da yurttaşların her konuda bireysel yahut grup olarak karar süreçlerinde söz söyleyebilme olanağı olarak görmektedir.
Kuşkusuz bunu ideal bir katılımcılık olarak görmek zordur…
Kimi zaman hükümetlerin diğer siyasal organlar ile yahut toplumun genelinde yaşanabilecek bir rahatsızlık yahut anlaşmazlık durumunda bazen doğrudanhalkoyuna başvurduğu referandumlar aracılığı ile görüş aldığı durumlarda ilk tanımıyla katılımcı demokrasiden söz edilebilinir.
* * *
Günümüzde çağdaş demokratik kültüre sahip olan toplumlarda, katılımcı demokrasi anlayışını belirli aralıklarla yapılan seçimlerde, bireylerin salt oy davranışı ile benimsenen karar alma süreçleri olmadığını, bundan fazlasının talep edildiğini, sivil toplum örgütleri aracılığı ile süreçlere etki etmenin benimsendiğini görmekteyiz.
Ancak bunun sandığı ikinci plana atması anlamı da taşımadığını da belirtmek gerekir…
Belirli aralıklarla seçim yapılması ve koltuktan Ali’nin indirilip yerine Veli’nin oturtulabilme olanağı iç kuşkusuz o ülkede demokrasinin tüm unsurları ile var olduğunu göstermez.
Ama işin başlangıcı budur ve sandık demokrasinin başlangıcıdır…
Önemli olan seçim öncesi düşünce açıklama yollarının açık olmasıdır…
Tamam, demokrasi; tüm halkın, gerek bir vatandaş olarak ve gerekse katıldığı örgütler aracılığı ile yönetime ortak olmasına karar alma süreçlerine katılmasına olanak tanıyan siyasal ve sosyal rejimin adıdır. Halk, demokrasinin vitrinini süsleyen sanal bir kavram değildir.
Halk, bireysel ya da örgütsel olarak, ülkenin karar mekanizmaları içinde bilfiil yer alamıyorsa; kendi kişisel çıkarını, sınıfsal çıkarlarını ve toplumsal tercihlerini bu mekanizmaların içinde özgürce seslendirip, savunamıyorsa, o ülkede gerçek anlamda demokrasinin varlığından asla söz edilemez…
Ne ki, sandık sonuçları meşru görüldüğü takdirde…
* * * Türkiye’de 16 Nisan’da yapılan referanduma seçmenin yüzde 86’ı gibi geniş bir kesim katıldı.
Katılanların yüzde 51,4’ü EVET, kalan yüzde 48,6’sı ise HAYIR dedi.
Görüldüğü gibi katılımı yüksek bir oylama gerçekleşti ve EVET ile sonuçlandı oylama.
Ne var ki, bunu muhalefetin bir kesimi başa baş şeklinde diyerek meşruiyetine gölge düşürme girişimlerinde bulundu.
Oysa geçen hafta Fransa’da gerçekleşen seçimlerde katılımın bile yüzde 50’yi bulmadığı bu seçimlerde Cumhurbaşkanı Maron’un partisi yüzde 32. 8 oyla parlamentonun yarıdan fazlasını elde etti.
Yani hemen hemen seçmenin yüzde 15-20 oyu ile parlamento çoğunluğu oluştu. Fransa’da kimse kalkıp da böyle bir seçim sonuçları ile oluşan parlamento meşru değildir, demedi, demiyor.
Yani sandıktan çıkan sonuca rıza göstermek asıl olan… Demokrasiyi içselleştirmek bu olsa gerek…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Orhan Kaplan
Demokrasi katılım demekse!..
Asıl olan yönetici seçimi ve karar alma süreçlerinde tüm yurttaşların toplanarak karar almasıdır ama günümüzde nüfusun yoğun olduğu düşünüldüğünde böyle bir katılımcı demokrasinin olanaksızlığı da anlaşılabilmektedir.
Ancak doğrudan demokrasi de denilen bu durumu işletmenin zorlukları ortadadır…
Durum böyle olunca toplumlar katılımı önce seçimler için gerekli görmüşlerdir.
Ancak demokrasi kuşkusuz salt sandık ve seçim sonuçlarından ibaret görülmemelidir.
Ama sandık işin başıdır ve olmazsa olmazıdır…
Katılımcılığı günümüz toplumları seçimlerden sonra da yurttaşların her konuda bireysel yahut grup olarak karar süreçlerinde söz söyleyebilme olanağı olarak görmektedir.
Kuşkusuz bunu ideal bir katılımcılık olarak görmek zordur…
Kimi zaman hükümetlerin diğer siyasal organlar ile yahut toplumun genelinde yaşanabilecek bir rahatsızlık yahut anlaşmazlık durumunda bazen doğrudan halkoyuna başvurduğu referandumlar aracılığı ile görüş aldığı durumlarda ilk tanımıyla katılımcı demokrasiden söz edilebilinir.
* * *
Günümüzde çağdaş demokratik kültüre sahip olan toplumlarda, katılımcı demokrasi anlayışını belirli aralıklarla yapılan seçimlerde, bireylerin salt oy davranışı ile benimsenen karar alma süreçleri olmadığını, bundan fazlasının talep edildiğini, sivil toplum örgütleri aracılığı ile süreçlere etki etmenin benimsendiğini görmekteyiz.
Ancak bunun sandığı ikinci plana atması anlamı da taşımadığını da belirtmek gerekir…
Belirli aralıklarla seçim yapılması ve koltuktan Ali’nin indirilip yerine Veli’nin oturtulabilme olanağı iç kuşkusuz o ülkede demokrasinin tüm unsurları ile var olduğunu göstermez.
Ama işin başlangıcı budur ve sandık demokrasinin başlangıcıdır…
Önemli olan seçim öncesi düşünce açıklama yollarının açık olmasıdır…
Tamam, demokrasi; tüm halkın, gerek bir vatandaş olarak ve gerekse katıldığı örgütler aracılığı ile yönetime ortak olmasına karar alma süreçlerine katılmasına olanak tanıyan siyasal ve sosyal rejimin adıdır.
Halk, demokrasinin vitrinini süsleyen sanal bir kavram değildir.
Halk, bireysel ya da örgütsel olarak, ülkenin karar mekanizmaları içinde bilfiil yer alamıyorsa; kendi kişisel çıkarını, sınıfsal çıkarlarını ve toplumsal tercihlerini bu mekanizmaların içinde özgürce seslendirip, savunamıyorsa, o ülkede gerçek anlamda demokrasinin varlığından asla söz edilemez…
Ne ki, sandık sonuçları meşru görüldüğü takdirde…
* * *
Türkiye’de 16 Nisan’da yapılan referanduma seçmenin yüzde 86’ı gibi geniş bir kesim katıldı.
Katılanların yüzde 51,4’ü EVET, kalan yüzde 48,6’sı ise HAYIR dedi.
Görüldüğü gibi katılımı yüksek bir oylama gerçekleşti ve EVET ile sonuçlandı oylama.
Ne var ki, bunu muhalefetin bir kesimi başa baş şeklinde diyerek meşruiyetine gölge düşürme girişimlerinde bulundu.
Oysa geçen hafta Fransa’da gerçekleşen seçimlerde katılımın bile yüzde 50’yi bulmadığı bu seçimlerde Cumhurbaşkanı Maron’un partisi yüzde 32. 8 oyla parlamentonun yarıdan fazlasını elde etti.
Yani hemen hemen seçmenin yüzde 15-20 oyu ile parlamento çoğunluğu oluştu.
Fransa’da kimse kalkıp da böyle bir seçim sonuçları ile oluşan parlamento meşru değildir, demedi, demiyor.
Yani sandıktan çıkan sonuca rıza göstermek asıl olan…
Demokrasiyi içselleştirmek bu olsa gerek…