İslam tarihinde mantıksal, akli ve vicdanî kırılma, Emeviler döneminde olmuştur. Arap olmayanların (Mevali'nin) Arapça olan Kuranı anlamayacakları için, müslüman olmayanların tabi tutulduğu vergiye tabi tutulmaları, devletin müslüman, devlet başkanının en müslüman olduğu, geri kalanların da sırasıyla büyükten küçüğe sıralanabileceği ve vergi alınabileceği bir sınıflı Müslümanlık kurulabilmesi için, önce "iyilik ve güzellik" kavramlarının "Allah için olan ve olmayan" şeklinde ayrılması, fetihler yapılıp ganimet toplanması için "kâfir ve müslüman" ayrımı yapılması gerekmekteydi. Fıkıh da o yüzden bu şekilde yeniden dizayn edildi ve emperyalist oligarşik bir devletin işleyişini zora sokmayıp bilakis kolaylaştıracak bir hale getirildi. Bu şekliyle öyle güzel öğretildi ve kabul ettirildi ki, bugün İstanbul'un fethi dendiği zaman insanlar mutlu oluyor, Ermenilere tebaa-i sadıka denildiği zaman gurur duyuyor, kardeş katli denildiği zaman "devletin bekası için o zaman öyle gerekliymiş" diyor; Yahudiler, Hıristiyanlar, ateistler cehenneme gidecek sanıyoruz. Ne kadar zulmetse haram, günah işlese de, la ilahe illallah diyen cennete gidecek sanıyoruz.
Muaviye, muhalif tarihçiler tarafından zalimlikleriyle gündeme getirilse de, ben şahsen onun çok büyük bir beyin olduğunu, müthiş bir toplum mühendisi olduğunu, yüzlerce yıl sonrasını görebilecek bir siyasetçi olduğunu düşünüyorum.
Muaviye, insanlara "Size zulmediyorsam, bu yaptığım zulüm de Allah'ın takdiri dışında olamayacağına göre, Allah'ın takdirini kabul edin, yeyin için ve şükredin" şeklinde "güzel yeme güzel içme" şeklinde özetlenebilecek mantığını insanlara kabul ettirebilmek için, insanların neye ihtiyacı olduğunu da gayet iyi biliyordu. İnsanların, bir şeye inanmaya ihtiyacı vardı. Ancak bu şekilde vicdanlarını susturabilir, mantıklarını öldürebilir, gözlerini kapatabilir ve yönetilebilirlerdi. Bu da müslümanın gayri müslimden üstün olduğu, işgallerin aslında fetih; cinayetin aslında gaza ve cihat; gaspların aslında ganimet; tecavüzlerin esir alma; rüşvet, adam kayırma, iltimas'ın da karışılmaması gereken devlet işleri olduğu bir din fıkhıydı. İnsanlar zaten buna hazırdı, Muaviye sadece insanlara ihtiyaçları olanı verdi. Muaviye aynı zamanda psikolojiyi de iyi biliyordu.
Bugün ise birbirlerine el uzatıp bu ezberleri yıkan bazı fikirlerin, kendi fikirlerinin başka fraksiyonları tarafından reddedilmesi, alaya uğraması, tahkir edilmesi de bundandır. Çünkü yepyeni bir düşünme şeklinin ve değerler bütününün çığ gibi üzerlerine gelip yüzlerce yıllık geçmişi sorgulatacağından ve yüzlerce yıllık bu kafa konforunun bozulacağından endişe etmekteler; "sola öykünmecilik, gericilik, yobazlık" şeklindeki hakaretamiz tepkiler bu yüzden dikkat ederseniz hiç akademik, bilimsel, felsefi ve tarihsel değildir: aksine yüzeysel ve çocuksudur. İnsanlar korktukları zaman çocuksu tepkiler verirler. Bu yüzden önce bu korkulara eğilmek gerektiğini düşünüyorum.
Marazların iyileştiği, ilim, irfan, barış ve esenlik dolu mutlu yarınlar diliyorum.
**
Önemli olmayı seçtin değerli olmayı önemsemedin. Saçların gümüş rengi olabilir paran da çok olabilir takım elbiselerin parlak telefonun ama 30 yıl sonra adını ancak torunların o da belki bilecek kimse hatırlamayacak. Zira hayatında bir değer üretmedin üretene destek olmadın, estetik, edebiyat, kültür, sanat yerine oturup, büyük çay içtin. Bakın Nazım yıllar öncesinden nasıl sesleniyor.
Unutulacaksınız önemli olmayı seçenler hep unutulurlar. Değer üretenler, düşünce adamları gönül insanları yarına kalır. Nazım Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde tutsaklık günleri. Koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi yönetimine de yardım etmektedir. Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş gelir. Müfettiş bir süre denetim yaptıktan sonra müdürü yanına çağırarak: Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir? Der. Nazım'ı odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım'ı tepeden tırnağa süzer ve: Demek Nazım sizsiniz, der. Nazım'a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası, gidebilirsiniz, der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe: Ömer Hayyam adını duydunuz mu? Diye sorar. Müfettiş hemen atılır: Kim duymaz Hayyam'ı. Nazım: Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi? Diye sorar. Müfettiş şaşırır. Nazım konuşmasını sürdürür, "Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı'nı ve sizi kimse anımsamayacak, der çıkar. Şimdi sorumuza gelelim: O dönemin Adalet Bakanı'nı hatırlayanınız var mı?
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Okan Recep Aydın
Tarihe selam…
Muaviye, muhalif tarihçiler tarafından zalimlikleriyle gündeme getirilse de, ben şahsen onun çok büyük bir beyin olduğunu, müthiş bir toplum mühendisi olduğunu, yüzlerce yıl sonrasını görebilecek bir siyasetçi olduğunu düşünüyorum.
Muaviye, insanlara "Size zulmediyorsam, bu yaptığım zulüm de Allah'ın takdiri dışında olamayacağına göre, Allah'ın takdirini kabul edin, yeyin için ve şükredin" şeklinde "güzel yeme güzel içme" şeklinde özetlenebilecek mantığını insanlara kabul ettirebilmek için, insanların neye ihtiyacı olduğunu da gayet iyi biliyordu. İnsanların, bir şeye inanmaya ihtiyacı vardı. Ancak bu şekilde vicdanlarını susturabilir, mantıklarını öldürebilir, gözlerini kapatabilir ve yönetilebilirlerdi. Bu da müslümanın gayri müslimden üstün olduğu, işgallerin aslında fetih; cinayetin aslında gaza ve cihat; gaspların aslında ganimet; tecavüzlerin esir alma; rüşvet, adam kayırma, iltimas'ın da karışılmaması gereken devlet işleri olduğu bir din fıkhıydı. İnsanlar zaten buna hazırdı, Muaviye sadece insanlara ihtiyaçları olanı verdi. Muaviye aynı zamanda psikolojiyi de iyi biliyordu.
Bugün ise birbirlerine el uzatıp bu ezberleri yıkan bazı fikirlerin, kendi fikirlerinin başka fraksiyonları tarafından reddedilmesi, alaya uğraması, tahkir edilmesi de bundandır. Çünkü yepyeni bir düşünme şeklinin ve değerler bütününün çığ gibi üzerlerine gelip yüzlerce yıllık geçmişi sorgulatacağından ve yüzlerce yıllık bu kafa konforunun bozulacağından endişe etmekteler; "sola öykünmecilik, gericilik, yobazlık" şeklindeki hakaretamiz tepkiler bu yüzden dikkat ederseniz hiç akademik, bilimsel, felsefi ve tarihsel değildir: aksine yüzeysel ve çocuksudur. İnsanlar korktukları zaman çocuksu tepkiler verirler. Bu yüzden önce bu korkulara eğilmek gerektiğini düşünüyorum.
Marazların iyileştiği, ilim, irfan, barış ve esenlik dolu mutlu yarınlar diliyorum.
**
Önemli olmayı seçtin değerli olmayı önemsemedin. Saçların gümüş rengi olabilir paran da çok olabilir takım elbiselerin parlak telefonun ama 30 yıl sonra adını ancak torunların o da belki bilecek kimse hatırlamayacak. Zira hayatında bir değer üretmedin üretene destek olmadın, estetik, edebiyat, kültür, sanat yerine oturup, büyük çay içtin. Bakın Nazım yıllar öncesinden nasıl sesleniyor.
Unutulacaksınız önemli olmayı seçenler hep unutulurlar. Değer üretenler, düşünce adamları gönül insanları yarına kalır. Nazım Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde tutsaklık günleri. Koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi yönetimine de yardım etmektedir. Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş gelir. Müfettiş bir süre denetim yaptıktan sonra müdürü yanına çağırarak: Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir? Der. Nazım'ı odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım'ı tepeden tırnağa süzer ve: Demek Nazım sizsiniz, der. Nazım'a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası, gidebilirsiniz, der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe: Ömer Hayyam adını duydunuz mu? Diye sorar. Müfettiş hemen atılır: Kim duymaz Hayyam'ı. Nazım: Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi? Diye sorar. Müfettiş şaşırır. Nazım konuşmasını sürdürür, "Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı'nı ve sizi kimse anımsamayacak, der çıkar. Şimdi sorumuza gelelim: O dönemin Adalet Bakanı'nı hatırlayanınız var mı?