SON DAKİKA
Hava Durumu

Amerika…

Yazının Giriş Tarihi: 16.01.2017 23:14

(Orhan Altınöz ağabeyim yollamış bu yazıyı bana. Alıntı bir yazı ama çok hoşuma gittiği için paylaşıyorum.)
Yıl 1786 idi.
İlk defa, ABD bandıralı bir gemi Osmanlı limanlarından birine yanaştı.
Adı “Grand Türk” idi…
 
İçine taşıdığı yolcular ise, Anadolu’ya ekilmek üzere gönderilen ilk nifak tohumları olan misyonerlerdi.
 
İlk önce İzmir ve çevresine yuvalandılar.
 
Türk devletinin geniş hoşgörüsünden (aslında gafletinden) yararlandılar!
 
Anadolu’da birçok misyoner okulu açtılar. Okullarına öğrenci olarak da daha çok Bulgarları, Ermenileri, Rumları, İngilizleri, Yahudileri ve Kürtleri aldılar!
 
Yeni kiliseler kurdular etrafında cemaatler oluşturdular, Matbaalar kurdular ve maalesef bu milletin aleyhinde binlerce kitap, dergi vb. basmak suretiyle kararlı bir şekilde faaliyetlerine devam ettiler!
 
1863 yılına gelindiğinde bu matbaalarda Ermenice, Rumca, Bulgarca, İbranice, Kürtçe ve Türkçe olmak üzere basılan kitap sayısı 160.000’i aşmaktaydı.  1900 yılına gelindiğinde ise sadece Anadolu’da (İstanbul dâhil) 400’ü aşkın okulda 17.500 civarında öğrenci okutmaktaydılar.
 
Daha doğrusu, nifak tohumlarını bu öğrencileri zehirlemek suretiyle ekmekteydiler!
 
Bir karşılaştırma yapabilmek açısından aynı dönemdeki Türk okullarının sayılarını da vermek gerekmektedir. 1913-1914 yıllarında sadece Anadolu değil, bütün İmparatorluk dâhilindeki Sultaniye ve İdadilerin sayısı 63 ve buralarda okutulan öğrenci sayısı ise sadece 6.800 civarında idi.
 
Osmanlı devleti, 1869’dan itibaren her türlü yabancı okulu yakından izlemeye başlayınca, gözdağı vermek için Osmanlı karasularına ABD savaş gemilerinin gönderilmesini dahi gündeme getirdiler!
 
Çünkü dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt’e göre dünyada herkesten önce ezilmesi gereken bir Türk gücü vardı.
 
Zaten misyonerlere verilmiş olan talimatta da öz olarak başka bir şey denilmiyordu. Misyonerleri Anadolu’ya gönderen güç, onlara verdiği talimatta: “Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın. Ve her ne kadar mücadele manevi alanda, kafanın kafayla, kalbin kalple mücadelesi ise de ve sizin silahınız Tanrı’nın inayeti ile güçlendirilmiş manevi bir silahsa da Napolyon’un askeri girişimleri kadar araştırma, bilgi ve düşünmeye ihtiyaç gösterir. Bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar silahsız bir Haçlı Seferi’yle geri alınacaktır”  denilmekte idi.
 
Yani, “Grand Türk”’ün yolcuları aslında; “Büyük Türk”ü “Küçük Türk” yapabilmek için gelmişlerdi…
 
Bulgaristan'ı kuranlar, başta Robert Koleji olmak üzere bu okullarda yetiştirildiler.
 
Sonunda bağımsız Bulgaristan kuruldu!
 
Sonra, sonra ne mi oldu?
Neler olmadı ki?
Bir yandan misyonerler aracılığı ile Anadolu’da nifak tohumları ekilmeye, Anadolu’da yaşayan halklar birbirinden soğutularak düşman edilmeye çalışılırken, bir yandan da Anadolu’da can vermek üzere olan Hıristiyanlığa can suyu verilerek Anadolu yeniden Hıristiyanlaştırılmaya çalışılıyordu!
 
Yeter mi? Tabi ki yetmez…
 
1948’den başlayarak, etkileri 1970’li yıllara kadar devam eden Marşal Yardımı kapsamında; o dönemde Anadolu’da her evde koyun, keçi veya sığır (süt hayvanı) bulunduğu halde, içine ne katıldığı bilinmeyen süt tozları bütün Türk çocuklarına (okullarda) dağıtılıp içirilerek geri zekâlı bir nesil oluşturulmaya çalışıldı!
 
Buna rağmen Menderes döneminde Kore'ye gittik ve onlar için savaştık. Kan döktük can verdik.
 
Hatta şarkılar bile besteledik. Yaşı 60’ın üzerinde olanlar bu şarkıyı çok iyi hatırlarlar:
 
“Amerika Amerika,
Türkler dünya durdukça,
Beraberdir seninle,
Hürriyet savaşında.
 
Bu bir dostluk şarkısıdır,
Kardeşliğin yankısıdır.
Kore'de olduk kan kardeşi,
Sönmez bu yangının ateşi…”
 
Ama kazın ayağı hiç de öyle değildi.
 
1960 yılına geldiğimizde ise yeni bir tezgâh daha sahneye konulmuştu.
 
O yıl ABD büyükelçiliğinde bir albay başkanlığında 18 kişiden oluşan bir Kürt İşleri Bürosu kuruldu ve bu büro aracılığı ile, özellikle doğu illerimizde ABD adına görev yapacak çok iyi Kürtçe konuşabilen ve bölge hakkında çok geniş bilgilerle donatılan yeni ajanlar yetiştirilmeye, hiç vakit kaybetmeden Anadolu’ya yollanmaya başlandı!
 
Bu ajanlara, şeytanın silah arkadaşı olan Fransa Paris’te Kürtçe öğretildi.
 
Ajanların çok büyük bir bölümü çok zeki, çok genç ve çok güzel kızlardan oluşuyordu. Bu güzel kızları, o yolu yolağı olmayan Kürt köylerinde gören Kürt ve Türk gençlerinin ise içleri gidiyordu. Ne kadar da güzellerdi…
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.