İnsanoğlu ihtiyaçlarını yeryüzündeki doğal kaynaklardan sağlar. Hammaddeleri topraktan, sudan, havadan temin eder, kullanır. Örneğin, topraktan, tarım yoluyla bitkisel yiyecek ve hammaddeleri temin eder, denizden, balık ve tuz gibi; havadan, oksijen, azot ve diğer maddeler gibi ihtiyaçlarını karşılar. Üretim ve mamul maddeler yaparak ihtiyaçlarını karşılar. İhtiyaçlar karşılanırken, üretim yapılırken, doğal kaynakları tüketmeden, tekrar üretim yapılabilir durumda bırakmak, sürdürülebilir kalkınma demektir. Son yıllarda, bu kavramın önemi giderek büyüdü. İnsanoğlu, üretim ve endüstrileşmek uğruna, doğal kaynakları, bir daha aynı üretimi yapamayacak tarzda, tahrip etmeye devam ediyor. Daha 15 yıl önce, İznik gölüne giren bir kişi, istediği balığı kolayca yakalayabiliyordu. Ben 15 yıl önce, hiç balıkçılıktan anlamadığım halde, İznik gölüne akan bir derenin içinden, elimle birkaç tane balık yakaladığımı çok iyi hatırlıyorum. Şimdi asla mümkün değil! Çocukluğumda, Yenişehir’de dedemin öküz arabasıyla tarlaya giderdik. Anneannem, çok zaman yanımıza sadece ekmek tava ve yağ alırdı. Öğlen vakti geldiğinde, dedem, tarlanın sınırında bulunan hendek içinden, eliyle birkaç tane sazan balığını alır, getirdiğimiz tavada pişirip yerdik. Şimdi, o sazanları en lüks balıkçı tezgahlarında bile bulmak mümkün değil. Şimdi, ne su hendekleri kaldı! Ne sazanlar kaldı! Ne balıklar kaldı! Bir kere, tarlaların arasındaki yollar çok genişti şimdiki e-beş gibi… Tarla yollarının her iki tarafında, su hendekleri olurdu. Hendek kenarında, yemyeşil, kocaman ağaçlar olup, her ikitaraftan ağaç dalları, yolu yeşil kubbe şadırvan gibi örterdi. Yazın, ağustos ayında bile, yol upuzun bir mağaradaymış sınız gibi, koyu gölgelikle kaplanırdı. O kadar gölgelik olurdu ki birbirimizi fark edemezdik. O kadar serin olurdu ki dedem öğle yemeği sonrasında kaylule yaparken üzerini örterdi. Tarlada yorulunca arasıra güneşten kaçıp buraya girildiğinde o kadar serin olurdu ki, beş dakikalık dinlenme tadılmaya değerdi! Kuş sesleri, tarifi mümkün olmayan bir orkestra gibi sezsizliği ortadan kaldırır, huzur iklimine davet ederdi. İşte o betimlemesi güç harikulade ahengi ancak yaşamak gerek. Şimdi batıda tıp profesörleri doğanın tedavi edici gücünden bahsediyorlar. O zamanlar su motorları, bu kadar yaygın olmadığından, gürültü de yoktu. Tarla yolları, tarlasına, birkaç karış toprak katmak isteyenler tarafından sürülerek, tarlaya katıldı. Nerdeyse yollar canbaz ipine döndü. Bazı yollarda, iki otomobil karşılaşsa yan yana geçemiyorlar! Ama, eskiden böyle miydi? Yolun kenarı yeşil çimenlik olurdu. Üzerinde yatıp uyuyabilir, piknik yapar dinlenirdiniz. Kocasu, çok yağmurlar yağdığında, suyu yükseldiğinde, fazla suyunu bu hendeklere verir, hendekler bir regülatör (doğal baraj) vazifesi görür, tarlaların su altına kalmasını önler, suyu kademeli paylaştırır aynı zamanda balıklar için de yumurtlama yuvası olarak vazife görürdü. Tabii, kocasu yükseldiğinde, hendeklere akan su ile birlikte, balık yavrularını da hendeklere bırakırdı. Uzun zamandır, derin su pompalarıyla, yer altı suyunu hesapsızca kullandık. Toprağı, çabuk mahsül almak uğruna, bilinçsizce, ihtiyacından çok daha fazla, suya boğduk. Yer altı suyu da çekilmeye başlayınca, hendeklerde su kalmadı. Su sıkıntısı çekilmeye başlandı. Fazla su verilen toprağında toprak yapısı bozulmaya eski verimini kaybetmeye kireçlenmeye başladı. Yer altı suyu azalınca, yer altı su siteminde, bağlı olarak, İznik gölünü besleyen tatlı su akımı da yavaşladı. Bir ekosistem bozulunca, diğer ekosistem de bundan etkilendi! Yukarıdaki örnekte de olduğu gibi, ihtiyaçlarımızı karşılarken, daha sonraki nesillerin ihtiyaçlarını düşünerek, doğal kaynakları tahrip etmeden, tüketmeden, onlardan yararlanmak, sürdürülebilir kalkınmadır. Sürdürülebilir kalkınma, ekonomik ve ekolojik önemi olan bir kavram olmakla birlikte; bir o kadar da sosyal, psikolojik, kültürel, mekansal değeri olan bir kavramdır. Bizden önceki nesiller, bu kaynakları, bozmadan ve yıpratmadan yeteri kadar kullanarak bize devrettiler. Akarsudan, su içerken bile israf etmediler! Ağaçtan, meyve toplarken, kurdun, kuşun, yolcunun, toprağın hakkı olarak bir kısım meyveyi, dal üzerinde bırakarak hasat ettiler. Ben, atalarımıza, her şeyden önce, bize, tertemiz kaynaklar bıraktıkları için, yemede, içmede, yatmada, kalkmada, mamafih yaşamın tüm kesitlerinde müthiş bir kültür mirası bıraktıkları için şükran duyuyorum. Ya biz çocuklarımıza neler bırakıyoruz? Kirli, balıksız bir göl mü? Simsiyah akan bir kocasu mu? Ovada, kireçlenmiş, verimsiz bir tarım arazisi mi? Fabrika gazlarıyla, çimento-asbest tozlarıyla, zehirli atıklarla kirlenmiş havayı, toprağı, ve suyu mu? Gerçekten biz çocuklarımıza neler bırakıyoruz?
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Halil Ağa
Sürdürülebilir Kalkınma
Çocukluğumda, Yenişehir’de dedemin öküz arabasıyla tarlaya giderdik. Anneannem, çok zaman yanımıza sadece ekmek tava ve yağ alırdı. Öğlen vakti geldiğinde, dedem, tarlanın sınırında bulunan hendek içinden, eliyle birkaç tane sazan balığını alır, getirdiğimiz tavada pişirip yerdik. Şimdi, o sazanları en lüks balıkçı tezgahlarında bile bulmak mümkün değil. Şimdi, ne su hendekleri kaldı! Ne sazanlar kaldı! Ne balıklar kaldı! Bir kere, tarlaların arasındaki yollar çok genişti şimdiki e-beş gibi… Tarla yollarının her iki tarafında, su hendekleri olurdu. Hendek kenarında, yemyeşil, kocaman ağaçlar olup, her ikitaraftan ağaç dalları, yolu yeşil kubbe şadırvan gibi örterdi. Yazın, ağustos ayında bile, yol upuzun bir mağaradaymış sınız gibi, koyu gölgelikle kaplanırdı. O kadar gölgelik olurdu ki birbirimizi fark edemezdik. O kadar serin olurdu ki dedem öğle yemeği sonrasında kaylule yaparken üzerini örterdi. Tarlada yorulunca arasıra güneşten kaçıp buraya girildiğinde o kadar serin olurdu ki, beş dakikalık dinlenme tadılmaya değerdi! Kuş sesleri, tarifi mümkün olmayan bir orkestra gibi sezsizliği ortadan kaldırır, huzur iklimine davet ederdi. İşte o betimlemesi güç harikulade ahengi ancak yaşamak gerek. Şimdi batıda tıp profesörleri doğanın tedavi edici gücünden bahsediyorlar.
O zamanlar su motorları, bu kadar yaygın olmadığından, gürültü de yoktu. Tarla yolları, tarlasına, birkaç karış toprak katmak isteyenler tarafından sürülerek, tarlaya katıldı. Nerdeyse yollar canbaz ipine döndü. Bazı yollarda, iki otomobil karşılaşsa yan yana geçemiyorlar! Ama, eskiden böyle miydi? Yolun kenarı yeşil çimenlik olurdu. Üzerinde yatıp uyuyabilir, piknik yapar dinlenirdiniz.
Kocasu, çok yağmurlar yağdığında, suyu yükseldiğinde, fazla suyunu bu hendeklere verir, hendekler bir regülatör (doğal baraj) vazifesi görür, tarlaların su altına kalmasını önler, suyu kademeli paylaştırır aynı zamanda balıklar için de yumurtlama yuvası olarak vazife görürdü. Tabii, kocasu yükseldiğinde, hendeklere akan su ile birlikte, balık yavrularını da hendeklere bırakırdı.
Uzun zamandır, derin su pompalarıyla, yer altı suyunu hesapsızca kullandık. Toprağı, çabuk mahsül almak uğruna, bilinçsizce, ihtiyacından çok daha fazla, suya boğduk. Yer altı suyu da çekilmeye başlayınca, hendeklerde su kalmadı. Su sıkıntısı çekilmeye başlandı. Fazla su verilen toprağında toprak yapısı bozulmaya eski verimini kaybetmeye kireçlenmeye başladı. Yer altı suyu azalınca, yer altı su siteminde, bağlı olarak, İznik gölünü besleyen tatlı su akımı da yavaşladı. Bir ekosistem bozulunca, diğer ekosistem de bundan etkilendi!
Yukarıdaki örnekte de olduğu gibi, ihtiyaçlarımızı karşılarken, daha sonraki nesillerin ihtiyaçlarını düşünerek, doğal kaynakları tahrip etmeden, tüketmeden, onlardan yararlanmak, sürdürülebilir kalkınmadır. Sürdürülebilir kalkınma, ekonomik ve ekolojik önemi olan bir kavram olmakla birlikte; bir o kadar da sosyal, psikolojik, kültürel, mekansal değeri olan bir kavramdır. Bizden önceki nesiller, bu kaynakları, bozmadan ve yıpratmadan yeteri kadar kullanarak bize devrettiler. Akarsudan, su içerken bile israf etmediler! Ağaçtan, meyve toplarken, kurdun, kuşun, yolcunun, toprağın hakkı olarak bir kısım meyveyi, dal üzerinde bırakarak hasat ettiler.
Ben, atalarımıza, her şeyden önce, bize, tertemiz kaynaklar bıraktıkları için, yemede, içmede, yatmada, kalkmada, mamafih yaşamın tüm kesitlerinde müthiş bir kültür mirası bıraktıkları için şükran duyuyorum. Ya biz çocuklarımıza neler bırakıyoruz? Kirli, balıksız bir göl mü? Simsiyah akan bir kocasu mu? Ovada, kireçlenmiş, verimsiz bir tarım arazisi mi? Fabrika gazlarıyla, çimento-asbest tozlarıyla, zehirli atıklarla kirlenmiş havayı, toprağı, ve suyu mu? Gerçekten biz çocuklarımıza neler bırakıyoruz?