Tarihin akışı çoğu zaman birbirini takip eden, bir zaman çizgisinde önce olanın sonrakinin nedeni olduğu olaylar olarak tarif edilir. Bu dünya üzerinde gerçekleşen çoğu olay içinde geçerlidir. Eğer doğrudan bir domino etkisi yoksa bile, çoğu olay birbirini sürekli takip eden, sonunda ‘tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan?’ ayarında bir paradoks olur çıkar.
Bu olaylar çemberi sadece tarihi olayları kapsamakla kalmaz, insan hayatının neredeyse her alanında gerçekleşen bir durumdur. İki alanı birbirine bağlayan bir olaylar çemberi olarakta sanat, her alanda insanın o zamandaki yaşamının bir yansıması olarak ortaya çıkar. Sanat ister sanat ister toplum için olsun, sanatın hayattan etkilendiği ve hayatı etkilediği inkar edilemez bir gerçektir.
Bazı sanat dallarının icrası ve halk tarafından ‘tüketilmesi’ diğerlerinden çok daha etkili, yeni çıkan ve sürekli değişim halindeki trendlerin toplum üzerindeki ve toplum tarafından etkilenmesi çok daha net şekilde analiz edilebilmektedir.
İyi çizilmiş bir resim, dile takılan bir şarkı, etkileyici bir roman.. bunların hepsi özellikle toplumların çalkantı yaşadıkları dönemde yeni hareketleri yönlendiren yada hareketler tarafından etkilenen, aradaki çizginin oldukça bulanıklaştığı durumlardır. Ama birkaç adım geriye gidilip büyük resme bakıldığında aslında ortaya çıkan etkinin çok daha geniş kapsamlı olduğu potansiyel kendini belli eder.
Sinema ise birden fazla sanat dalının avantajlarını bünyesinde barındırabildiğinden, artık bir asırı geçmiş tarihi boyunca en etkili sanat dallarından ve kitle iletişim yollarından biri olmuştur. 20. yüzyılda barış, savaş yada belirsizliğin hakim olduğu zamanlarda sinema bazen bir eğlence, bazen sanat, bazende hangi tarafta olduğu farketmeksizin bir propaganda aracı olarak öne çıkmış, önem ve etkisini korumaya devam etmiştir.
2000’lerin başından başlayıp hala geri plana düşmeyen çizgi roman filmleri neredeyse çeyrek asırdır devam eden bir fenomen haline geldi. Bu kadar uzun süre devam etmesi sayesinde değişen popüler kültür ve politik hareketler hakkında da bazı çıkarımlar yapılması mümkün olmakta.
Geçen hafta cuma günü James Gunn’ın yönetmen, yapımcı ve yazarlık yaptığı Superman uzun bir bekleyişin ardından vizyona girdi. Disney Marvel’ın neredeyse on beş yıldır rakipsiz kaldığı ‘sinematik evren’ furyasında DC’nin ikinci atılımı ve tartışma ve endişelere rağmen James Gunn’ın liderliğinde bu sefer DC başaracak gibi duruyor. Aylardır yayınlanan her yeni görsel yada fragmanın ardından sosyal medyada ‘normal’ ve ‘trol’ kullanıcılar arasında şiddetli “go woke go broke” tartışmalarına yol açtıktan sonra, Superman 130 milyon dolarlık açılış hasılatıyla beklenenden de büyük bir başarı sergiledi.
Woke, kelime anlamıyla ‘uyanık’ anlamına gelmekte. Amerikan sosyal adalet tartışmalarında oldukça sık kullanılan, artık sadece Amerika’yla da sınırlı kalmayan bir kelime haline geldi. Irkçılık, cinsiyet ve diğer nedenlerden ötürü ayrımcılığa uğrayan grupların adalet ve eşitlik arayışındaki sosyal değişimler özellikle sinemada kendini gösterdi. Her yeni çıkan film o zamana kadarki ‘tahammül edilebilir’ sınırını biraz daha zorladı. Sansürlere kimin ne kadar saygı duyduğu özellikle şu zamanda çok önemli bir belirleyici.
Filmin içeriğine dair detaya girmeden, Superman’de geçen savaş ve olaylar şuan yaşanan olaylara doğrudan gönderme yapıyor ve Filistin’den taraf tutuyor. Bu konuda hiç utangaç da değil. 1938’den beri bir göçmen olarak her zaman zayıf olanın yanında duran Superman gibi bir karakterin filminde bu konunun açıkça işlenmesi yerinde olan bir şey, ama sürekli her türlü adalet arayışının sansürlendiği bir dönemde bunun önemi büyük.
Özellikle Trump’ın yeniden seçilmesi tüm dünyada sosyal adalet ve özgürlük arayışı için bir geri adımdı. Tüm dünyada genel olarak gericilik yükselişte. İklim değişmekte ancak sermayenin tehlikeye atıldığı her hangi bir çözüm yolu asla çözüm yolu olarak görülmemekte.
Superman hem filminde hemde bir karakter olarak, son söz olarak bize yukarıya bakmamızı ve yeni, daha aydınlık yarınlar için bir adım atmamızı söylüyor aslında. Ve karanlık, belirsiz zamanlarda bir ışığın bulunması her değişimin başlangıcıdır her zaman.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EDA SARI
Yukarı Bak
Tarihin akışı çoğu zaman birbirini takip eden, bir zaman çizgisinde önce olanın sonrakinin nedeni olduğu olaylar olarak tarif edilir. Bu dünya üzerinde gerçekleşen çoğu olay içinde geçerlidir. Eğer doğrudan bir domino etkisi yoksa bile, çoğu olay birbirini sürekli takip eden, sonunda ‘tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan?’ ayarında bir paradoks olur çıkar.
Bu olaylar çemberi sadece tarihi olayları kapsamakla kalmaz, insan hayatının neredeyse her alanında gerçekleşen bir durumdur. İki alanı birbirine bağlayan bir olaylar çemberi olarakta sanat, her alanda insanın o zamandaki yaşamının bir yansıması olarak ortaya çıkar. Sanat ister sanat ister toplum için olsun, sanatın hayattan etkilendiği ve hayatı etkilediği inkar edilemez bir gerçektir.
Bazı sanat dallarının icrası ve halk tarafından ‘tüketilmesi’ diğerlerinden çok daha etkili, yeni çıkan ve sürekli değişim halindeki trendlerin toplum üzerindeki ve toplum tarafından etkilenmesi çok daha net şekilde analiz edilebilmektedir.
İyi çizilmiş bir resim, dile takılan bir şarkı, etkileyici bir roman.. bunların hepsi özellikle toplumların çalkantı yaşadıkları dönemde yeni hareketleri yönlendiren yada hareketler tarafından etkilenen, aradaki çizginin oldukça bulanıklaştığı durumlardır. Ama birkaç adım geriye gidilip büyük resme bakıldığında aslında ortaya çıkan etkinin çok daha geniş kapsamlı olduğu potansiyel kendini belli eder.
Sinema ise birden fazla sanat dalının avantajlarını bünyesinde barındırabildiğinden, artık bir asırı geçmiş tarihi boyunca en etkili sanat dallarından ve kitle iletişim yollarından biri olmuştur. 20. yüzyılda barış, savaş yada belirsizliğin hakim olduğu zamanlarda sinema bazen bir eğlence, bazen sanat, bazende hangi tarafta olduğu farketmeksizin bir propaganda aracı olarak öne çıkmış, önem ve etkisini korumaya devam etmiştir.
2000’lerin başından başlayıp hala geri plana düşmeyen çizgi roman filmleri neredeyse çeyrek asırdır devam eden bir fenomen haline geldi. Bu kadar uzun süre devam etmesi sayesinde değişen popüler kültür ve politik hareketler hakkında da bazı çıkarımlar yapılması mümkün olmakta.
Geçen hafta cuma günü James Gunn’ın yönetmen, yapımcı ve yazarlık yaptığı Superman uzun bir bekleyişin ardından vizyona girdi. Disney Marvel’ın neredeyse on beş yıldır rakipsiz kaldığı ‘sinematik evren’ furyasında DC’nin ikinci atılımı ve tartışma ve endişelere rağmen James Gunn’ın liderliğinde bu sefer DC başaracak gibi duruyor. Aylardır yayınlanan her yeni görsel yada fragmanın ardından sosyal medyada ‘normal’ ve ‘trol’ kullanıcılar arasında şiddetli “go woke go broke” tartışmalarına yol açtıktan sonra, Superman 130 milyon dolarlık açılış hasılatıyla beklenenden de büyük bir başarı sergiledi.
Woke, kelime anlamıyla ‘uyanık’ anlamına gelmekte. Amerikan sosyal adalet tartışmalarında oldukça sık kullanılan, artık sadece Amerika’yla da sınırlı kalmayan bir kelime haline geldi. Irkçılık, cinsiyet ve diğer nedenlerden ötürü ayrımcılığa uğrayan grupların adalet ve eşitlik arayışındaki sosyal değişimler özellikle sinemada kendini gösterdi. Her yeni çıkan film o zamana kadarki ‘tahammül edilebilir’ sınırını biraz daha zorladı. Sansürlere kimin ne kadar saygı duyduğu özellikle şu zamanda çok önemli bir belirleyici.
Filmin içeriğine dair detaya girmeden, Superman’de geçen savaş ve olaylar şuan yaşanan olaylara doğrudan gönderme yapıyor ve Filistin’den taraf tutuyor. Bu konuda hiç utangaç da değil. 1938’den beri bir göçmen olarak her zaman zayıf olanın yanında duran Superman gibi bir karakterin filminde bu konunun açıkça işlenmesi yerinde olan bir şey, ama sürekli her türlü adalet arayışının sansürlendiği bir dönemde bunun önemi büyük.
Özellikle Trump’ın yeniden seçilmesi tüm dünyada sosyal adalet ve özgürlük arayışı için bir geri adımdı. Tüm dünyada genel olarak gericilik yükselişte. İklim değişmekte ancak sermayenin tehlikeye atıldığı her hangi bir çözüm yolu asla çözüm yolu olarak görülmemekte.
Superman hem filminde hemde bir karakter olarak, son söz olarak bize yukarıya bakmamızı ve yeni, daha aydınlık yarınlar için bir adım atmamızı söylüyor aslında. Ve karanlık, belirsiz zamanlarda bir ışığın bulunması her değişimin başlangıcıdır her zaman.