Sanat her dönemde farklı şekillerde farklı insanların hayatında yer edinmiştir. Genel olarak sadece insanın içinden gelen çeşitli estetik ve üretme isteğinden doğan bir tepki olarak ortaya çıktığı sürece, hangi malzeme yada yöntemle yapıldığı çokta önemli görülmemiştir.
Ancak değişen zaman ve ihtiyaçlar her zaman farklı düşünce ve estetik anlayışları da kaçınılmaz olarak beraberinde getirmiştir. Ortak nokta olarak sanat ihtiyacı sabit kalmaya devam etsede, her geçen dönemde hem yapan hemde bakan taraflar birbirleriyle sanatın ne olduğuna dair tartışmaya devam etmiştir.
Genel olarak belirli bir toplum kurmuş ve devam ettirmiş her kültür ya kendi icat ettiği yada diğer kültürlerden aldığı sanat yöntem ve dallarını kendine uyarlayarak icra etmiştir. Bu yakın ilişkiler özellikle bazı toplum ve medeniyetlerin tarih ve kültürlerinin belkemiğini oluşturmuş, çağların belirleyicisi, adeta kapak resimleri olmuşlardır.
Belkide en büyük örnek olarak Roma ve eski Yunan dönemlerinden kalan heykeller verilebilir. Günümüzde o dönemden kalan heykel, mozaik, mimari süsleme gibi kalıntılar bize o döneme dair inanç sisteminden, şehir planlamasına, sanatın hayat ve kültürü ne şekilde yansıttığına kadar pek çok ipucu vermektedir. Sanat eserlerinin üretildiği ustalık bazı örneklerde o kadar üst seviyededir ki, günümüzde gördüğümüzde bizde bile bir hayranlık uyandırırlar.
Halbuki artık bir dönemin kapak yüzü haline gelmiş, lekesiz beyaz mermeriyle ‘sadeliği öne çıkaran’ bu heykeller, çoğu zaman boyayla kaplıydı. Eski çağlar, sade ve beyaz sevdasından çok, boya ve süs sevdasına sahiplerdi ve evlerinden sokaklarına neredeyse bütün yapılar çeşitli renklerle bezenmişti. Ancak çoğu zaman günümüze boyaları silinmiş şekilde ulaştığı için, ilk başlarda böyle bir yanlış anlama ortaya ortaya çıkmıştı.
Günümüzde ise, arkeolojik bir yanlış anlaşılma olmadan, oldukça fazla insan özellikle kişisel alanlarında sadeliği tercih etmekte. Bu da aşkında yaşadığımız kültürün son geldiği halinin bir sonucu. Sürekli bir uyarıcı akışının ortasındayız. Bir insan evden çıktığında sadece insan kalabalığı bile bir kişinin ‘farkındalık bataryası’nı doldurabilmekte. Artık sürekli üzerimizde taşıdığımız teknolojilerle içinde olduğumuz bilgi akışını hatırlatmaya bile gerek yok.
Hal böyle olunca, çoğu insan en azından kendi kontrolünde olan alanları mümkün olduğunca sade ve ‘uyarıcısız’ hale getiriyor. Sürekli ve hızlı ilerleyen, her gün yapılması gereken yeni işlerin dünden daha büyük oranda ortaya çıktığı bir kültürüm sonucu olarak hayat tasarımlarıda daha minimal ve eforsuz hale geliyor.
Modern Zamanlar, aslında Charlie Chaplin’in 1936 yılındaki filminden çok daha önce başladı. Tarihsel olarak aslında çok geniş bir zamanı kapsıyor, yaklaşık olarak 1500’ler ve 20. yüzyılın ortasını. Modern deyince aklımıza gelen genel olarak şimdiki günlük yaşam ve teknolojimize daha yakın zamanları kapsamakta, ama aslında insanlığın coğrafi ve bilimsel keşiflere ağırlık vermesiyle, önce ikinci tarım ve sonrasında sanayi devrimine gidecek yolun açılması bu dönemi başlatıyor.
Otomatikleştirilmiş bir hayatın ilk adımları aslında yüzyıllar öncesinden atılmıştır. Bu dönemlerde sanat çoğu zaman insan ve yaşadığı dünyanın en sıcak, belki de en süslenen şekilde anlatıldığı dönemlerken, günümüzde artık içimizden çıkan çoğu istek bir değişim ve kaçış isteği. Bu değilse, ‘yeni olan iyi’ anlayışı ile binyıllarca bir birikime sahip sanat, en yeni ve orijinal fikirlere daha çok değer veriyor. Sonrada fikirler fazla orijinal kaçınca ‘duvardaki muzdan sanat mı olur’ kavgaları ortaya çıkıyor.
Kesin olan tek şey ise, insan kim, ne zamanda ve nerede olursa olsun, her zaman bir şeyler üretiyor. Üretmeye enerjisi olmadığında en basit ve sadesini, fikri azaldığında en tuhafını, hayal kurduğunda da en romantik halini ortaya koyuyor.
Maurizio Cattelan’ın eseri Comedian
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EDA SARI
Yansıyan Sanat
Sanat her dönemde farklı şekillerde farklı insanların hayatında yer edinmiştir. Genel olarak sadece insanın içinden gelen çeşitli estetik ve üretme isteğinden doğan bir tepki olarak ortaya çıktığı sürece, hangi malzeme yada yöntemle yapıldığı çokta önemli görülmemiştir.
Ancak değişen zaman ve ihtiyaçlar her zaman farklı düşünce ve estetik anlayışları da kaçınılmaz olarak beraberinde getirmiştir. Ortak nokta olarak sanat ihtiyacı sabit kalmaya devam etsede, her geçen dönemde hem yapan hemde bakan taraflar birbirleriyle sanatın ne olduğuna dair tartışmaya devam etmiştir.
Genel olarak belirli bir toplum kurmuş ve devam ettirmiş her kültür ya kendi icat ettiği yada diğer kültürlerden aldığı sanat yöntem ve dallarını kendine uyarlayarak icra etmiştir. Bu yakın ilişkiler özellikle bazı toplum ve medeniyetlerin tarih ve kültürlerinin belkemiğini oluşturmuş, çağların belirleyicisi, adeta kapak resimleri olmuşlardır.
Belkide en büyük örnek olarak Roma ve eski Yunan dönemlerinden kalan heykeller verilebilir. Günümüzde o dönemden kalan heykel, mozaik, mimari süsleme gibi kalıntılar bize o döneme dair inanç sisteminden, şehir planlamasına, sanatın hayat ve kültürü ne şekilde yansıttığına kadar pek çok ipucu vermektedir. Sanat eserlerinin üretildiği ustalık bazı örneklerde o kadar üst seviyededir ki, günümüzde gördüğümüzde bizde bile bir hayranlık uyandırırlar.
Halbuki artık bir dönemin kapak yüzü haline gelmiş, lekesiz beyaz mermeriyle ‘sadeliği öne çıkaran’ bu heykeller, çoğu zaman boyayla kaplıydı. Eski çağlar, sade ve beyaz sevdasından çok, boya ve süs sevdasına sahiplerdi ve evlerinden sokaklarına neredeyse bütün yapılar çeşitli renklerle bezenmişti. Ancak çoğu zaman günümüze boyaları silinmiş şekilde ulaştığı için, ilk başlarda böyle bir yanlış anlama ortaya ortaya çıkmıştı.
Günümüzde ise, arkeolojik bir yanlış anlaşılma olmadan, oldukça fazla insan özellikle kişisel alanlarında sadeliği tercih etmekte. Bu da aşkında yaşadığımız kültürün son geldiği halinin bir sonucu. Sürekli bir uyarıcı akışının ortasındayız. Bir insan evden çıktığında sadece insan kalabalığı bile bir kişinin ‘farkındalık bataryası’nı doldurabilmekte. Artık sürekli üzerimizde taşıdığımız teknolojilerle içinde olduğumuz bilgi akışını hatırlatmaya bile gerek yok.
Hal böyle olunca, çoğu insan en azından kendi kontrolünde olan alanları mümkün olduğunca sade ve ‘uyarıcısız’ hale getiriyor. Sürekli ve hızlı ilerleyen, her gün yapılması gereken yeni işlerin dünden daha büyük oranda ortaya çıktığı bir kültürüm sonucu olarak hayat tasarımlarıda daha minimal ve eforsuz hale geliyor.
Modern Zamanlar, aslında Charlie Chaplin’in 1936 yılındaki filminden çok daha önce başladı. Tarihsel olarak aslında çok geniş bir zamanı kapsıyor, yaklaşık olarak 1500’ler ve 20. yüzyılın ortasını. Modern deyince aklımıza gelen genel olarak şimdiki günlük yaşam ve teknolojimize daha yakın zamanları kapsamakta, ama aslında insanlığın coğrafi ve bilimsel keşiflere ağırlık vermesiyle, önce ikinci tarım ve sonrasında sanayi devrimine gidecek yolun açılması bu dönemi başlatıyor.
Otomatikleştirilmiş bir hayatın ilk adımları aslında yüzyıllar öncesinden atılmıştır. Bu dönemlerde sanat çoğu zaman insan ve yaşadığı dünyanın en sıcak, belki de en süslenen şekilde anlatıldığı dönemlerken, günümüzde artık içimizden çıkan çoğu istek bir değişim ve kaçış isteği. Bu değilse, ‘yeni olan iyi’ anlayışı ile binyıllarca bir birikime sahip sanat, en yeni ve orijinal fikirlere daha çok değer veriyor. Sonrada fikirler fazla orijinal kaçınca ‘duvardaki muzdan sanat mı olur’ kavgaları ortaya çıkıyor.
Kesin olan tek şey ise, insan kim, ne zamanda ve nerede olursa olsun, her zaman bir şeyler üretiyor. Üretmeye enerjisi olmadığında en basit ve sadesini, fikri azaldığında en tuhafını, hayal kurduğunda da en romantik halini ortaya koyuyor.
Maurizio Cattelan’ın eseri Comedian