Yabancı ve hemşehri ayrımı insanlık tarihinde uzunca bir süredir var. Henüz tam olarak tarım yapılmaya başlanmadığı dönemlerde bile, insanların kurdukları küçük ilk köy ve yerleşimler beraber yaşayan insanların savundukları, korunma ve ait olma duygusu hissettikleri yerlerdi.
Tarih öncesinin en eski dönemlerinde bile bu yerler diğer düşman topluluklar tarafından ele geçirilmeye çalışılmış, çoğu zaman işgal edilen yerleşim yerinde değerli olan ne varsa ele geçirilmiş ve ardından bugün bu çıkarımları yaptığımız toplu mezarlar kalmıştır. İnsanların bu kadar geriye giden, ve haklı sebeplerle zihin ve gen haritasına bu kadar derinden yazılmış olan bu olaylar, sonrasında bin yıllarca tekrarlanmaya devam etmiştir.
İnsanların tarımla uğraşması ve bu sayede gıdalarının artması günümüzde insanı ve insan ilişkilerini tanımlayan çoğu şeyi ortaya çıkartan yegane neden olmuştur. Belirli bir yere, toprağına bağlılık bu değişimden sonra çoğu insanın yaşamını şekillendirmiştir. Özellikle bizim tarihimizde olan konar-göçerlik bile her ne kadar göçebelik olarak adlandırılmış olsada, aslında yine bir toprağa bağlılık söz konusudur. Kış yada yaz bittiğinde gidilecek topraklar yaz-kış o topluluğa ait kalır.
Göçebelik ise belirli toprağa ait yada sahip olmamaktır. Bazı toplumlar bu hayat tarzını benimsemiş, tarihin büyük kısmında sürekli bir hareket halinde olmuşlar, yaşam ve kültürleri bu çevrede şekillenmiştir.
Göçebelik öz haliyle iyi yada kötü bir şekilde tanımlanacak bir şey değildir, sadece olmuş ve yaşanmaya devam eden bir şeydir. Ancak günümüzdeki sınır ve hudutlar, eski dünyada mümkün olan çoğu şeyi artık yaşanmaz kılmakta. Bazı kriterler bir topluluğun ayakta durabilmesini, var olabilmesini yada yok olup unutulması arasındaki fark olmakta.
Ülkeleri ülke yapan, insan ve kültürleri kadar fiziksel olarak sahip olduğu varlıklarıdır. Bunlar en basitinden su, işlenebilir toprak gibi doğrudan halkın ihtiyaçları olan kaynaklardır. Bunları savunabilmek, devamını sağlamak ilk şarttır. Sonrasında bu kaynaklar sayesinde o ülkenin insanları hayatlarını ve kültürlerini şekillendirebilirler.
Kültür bir insanın kendini nasıl taşıdığından, selamlaşma şekline, kılık kıyafetine, davranışlarına, yaşadığı ev ve binaların şekline kadar her şeyi etkiler ve bu etkilediklerinin oluşturduğu bütündür. Zaman içinde bu bütünün içindeki bazı parçalar öne çıkar ve sembolleşirler. Bağımzılığın, özgürlüğün ve o milletin varlığının simgeleri olurlar. Bu simgelere sahip olmanın hem ulusal hem de uluslararası karşılığı ve önemi vardır.
Bunlar bazen bir dil, bazen bir bayrak yada başkenttir. Bu sembollerin bir arada, yerli yerinde bulunması o milletin millet olduğunu gösterir.
İster kıtalara yayılan bir ülke yada tarih öncesindeki bir yerleşke olsun, bir halkın kültür ve bağımsızlığını koruması için askeri gücü çok önemlidir. Bu askeri güç halktan bağımsız, karşılıksız olamaz çünkü bu güç halkın kendinden, bulunduğu toprağa bağlılık ve sahiplenme duygusundan gelir. Yaşadığımız dünyadaki politik dengede topraksızlık kültürel olarakta var olmamak anlamına gelmekte.
Bizim tarihimizde yükselen ve çeşitli nedenlerle yıkılan çok devlet olmuştur. Ancak çoğu zaman bir devlet yıkıldığında, aslında en öne çıkan o topluluğun politik önderinin yaşadığı yenilgidir. Vergisini alamaz, asayişi sağlayamaz ve bunun sonucunda zararı halk görür. Yinede yönetim yenilgisini kabul edilse bile, insanlar hala oradadır. Tarihimizde ise bu dağılmış insanlara çıkan yeni önderler her zaman olmuştur.
Cumhuriyetimizin kuruluşu da aynı bu geçmişteki gibi yıkılmış bir yönetimden sonra dağılmış olan halkı toplayan ve birleştiren başta Mustafa Kemal Atatürk’ün yanındaki komutanlar ve arkalarındaki kahraman askerler sayesinde başarılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu Türk tarihinin önemli, uzun soluklu bir bölümüydü. Çeşitli nedenlerle zayıfladı, eski haline dönemedi ve işler yeterince kötüleştiğinde milletin sembolü olan yöneticiler yenilgilerini kabul ettiler. 1918 yılının 30 Ekim’inde imzalanan Mondros, aynı yıl 13 Kasım’da düşmanın fiili işgali için gösterdikleri bahane oldu. 1920’de resmiyete döndü. Türklerin artık yüzyıllarca başkenti olagelmiş İstanbul işgal altında, Türk bayrağı kıyılarından indirilmişti.
4 yıl 10 ay sonra Anadolu’nun toprağı karış karış kanla geri alınmış, savaş meydanında kazanılan antlaşma masasında yeniden kazanılmıştı. Bu sırada yenilgiyi kabul eden eski yönetim teker teker ülkeyi terk etmiş, 6 Ekim 1923’te yüzyıllar boyunca Türklere ait olan İstanbul işgalden kurtarılmıştı.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EDA SARI
Özgürlük Simgeleri
Yabancı ve hemşehri ayrımı insanlık tarihinde uzunca bir süredir var. Henüz tam olarak tarım yapılmaya başlanmadığı dönemlerde bile, insanların kurdukları küçük ilk köy ve yerleşimler beraber yaşayan insanların savundukları, korunma ve ait olma duygusu hissettikleri yerlerdi.
Tarih öncesinin en eski dönemlerinde bile bu yerler diğer düşman topluluklar tarafından ele geçirilmeye çalışılmış, çoğu zaman işgal edilen yerleşim yerinde değerli olan ne varsa ele geçirilmiş ve ardından bugün bu çıkarımları yaptığımız toplu mezarlar kalmıştır. İnsanların bu kadar geriye giden, ve haklı sebeplerle zihin ve gen haritasına bu kadar derinden yazılmış olan bu olaylar, sonrasında bin yıllarca tekrarlanmaya devam etmiştir.
İnsanların tarımla uğraşması ve bu sayede gıdalarının artması günümüzde insanı ve insan ilişkilerini tanımlayan çoğu şeyi ortaya çıkartan yegane neden olmuştur. Belirli bir yere, toprağına bağlılık bu değişimden sonra çoğu insanın yaşamını şekillendirmiştir. Özellikle bizim tarihimizde olan konar-göçerlik bile her ne kadar göçebelik olarak adlandırılmış olsada, aslında yine bir toprağa bağlılık söz konusudur. Kış yada yaz bittiğinde gidilecek topraklar yaz-kış o topluluğa ait kalır.
Göçebelik ise belirli toprağa ait yada sahip olmamaktır. Bazı toplumlar bu hayat tarzını benimsemiş, tarihin büyük kısmında sürekli bir hareket halinde olmuşlar, yaşam ve kültürleri bu çevrede şekillenmiştir.
Göçebelik öz haliyle iyi yada kötü bir şekilde tanımlanacak bir şey değildir, sadece olmuş ve yaşanmaya devam eden bir şeydir. Ancak günümüzdeki sınır ve hudutlar, eski dünyada mümkün olan çoğu şeyi artık yaşanmaz kılmakta. Bazı kriterler bir topluluğun ayakta durabilmesini, var olabilmesini yada yok olup unutulması arasındaki fark olmakta.
Ülkeleri ülke yapan, insan ve kültürleri kadar fiziksel olarak sahip olduğu varlıklarıdır. Bunlar en basitinden su, işlenebilir toprak gibi doğrudan halkın ihtiyaçları olan kaynaklardır. Bunları savunabilmek, devamını sağlamak ilk şarttır. Sonrasında bu kaynaklar sayesinde o ülkenin insanları hayatlarını ve kültürlerini şekillendirebilirler.
Kültür bir insanın kendini nasıl taşıdığından, selamlaşma şekline, kılık kıyafetine, davranışlarına, yaşadığı ev ve binaların şekline kadar her şeyi etkiler ve bu etkilediklerinin oluşturduğu bütündür. Zaman içinde bu bütünün içindeki bazı parçalar öne çıkar ve sembolleşirler. Bağımzılığın, özgürlüğün ve o milletin varlığının simgeleri olurlar. Bu simgelere sahip olmanın hem ulusal hem de uluslararası karşılığı ve önemi vardır.
Bunlar bazen bir dil, bazen bir bayrak yada başkenttir. Bu sembollerin bir arada, yerli yerinde bulunması o milletin millet olduğunu gösterir.
İster kıtalara yayılan bir ülke yada tarih öncesindeki bir yerleşke olsun, bir halkın kültür ve bağımsızlığını koruması için askeri gücü çok önemlidir. Bu askeri güç halktan bağımsız, karşılıksız olamaz çünkü bu güç halkın kendinden, bulunduğu toprağa bağlılık ve sahiplenme duygusundan gelir. Yaşadığımız dünyadaki politik dengede topraksızlık kültürel olarakta var olmamak anlamına gelmekte.
Bizim tarihimizde yükselen ve çeşitli nedenlerle yıkılan çok devlet olmuştur. Ancak çoğu zaman bir devlet yıkıldığında, aslında en öne çıkan o topluluğun politik önderinin yaşadığı yenilgidir. Vergisini alamaz, asayişi sağlayamaz ve bunun sonucunda zararı halk görür. Yinede yönetim yenilgisini kabul edilse bile, insanlar hala oradadır. Tarihimizde ise bu dağılmış insanlara çıkan yeni önderler her zaman olmuştur.
Cumhuriyetimizin kuruluşu da aynı bu geçmişteki gibi yıkılmış bir yönetimden sonra dağılmış olan halkı toplayan ve birleştiren başta Mustafa Kemal Atatürk’ün yanındaki komutanlar ve arkalarındaki kahraman askerler sayesinde başarılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu Türk tarihinin önemli, uzun soluklu bir bölümüydü. Çeşitli nedenlerle zayıfladı, eski haline dönemedi ve işler yeterince kötüleştiğinde milletin sembolü olan yöneticiler yenilgilerini kabul ettiler. 1918 yılının 30 Ekim’inde imzalanan Mondros, aynı yıl 13 Kasım’da düşmanın fiili işgali için gösterdikleri bahane oldu. 1920’de resmiyete döndü. Türklerin artık yüzyıllarca başkenti olagelmiş İstanbul işgal altında, Türk bayrağı kıyılarından indirilmişti.
4 yıl 10 ay sonra Anadolu’nun toprağı karış karış kanla geri alınmış, savaş meydanında kazanılan antlaşma masasında yeniden kazanılmıştı. Bu sırada yenilgiyi kabul eden eski yönetim teker teker ülkeyi terk etmiş, 6 Ekim 1923’te yüzyıllar boyunca Türklere ait olan İstanbul işgalden kurtarılmıştı.