Endüstri Devrimi insanlık tarihindeki en önemli olaylardaan biridir. Endüstri Devrimi denildiğinde ilk akla gelen şey genelde makine ve fabrikalar olsada, aslında insanların yaşayış biçimini neredeyse kökten değiştirmiş ve bu değişimin hala devam ettiği bir dönemin başlangıcı olmuştur.
Endüstri Devrimi’nden önceki en büyük olay Tarım Devrimi’ydi. Bu insanların ilk kez tarım ve hayvancılığa başladığı dönemdir. Bu dönemin arkasından medeniyetler kurulmuş, insanların yaşam şekilleri avcılık toplayıcılıktan yerel hayata, çiftliklerinin ve şehirlerinin yakınlarında kaldıkları bir düzene dönmüştür. Sanayinin 18. yüzyıldaki inanılmaz değişimine kadar insanların yaşamının ana hatları az çok aynı kalmaya devam etmiştir. Zamanın ölçümü bile güneş ışığı ve mevsimlerin elverişliliği ile beraber düşünülmüştür.
İkinci Tarım Devrimi, tarımın kendini sanayileştirerek nedenle Endüstri Devrimi’nin öncüsü olmuştur. O döneme kadar kendini beslemenin amaç olduğu tarım üretimi, ilk kez üretim fazlalığı amacıyla yapılmaya başlanmıştır. Belirli ürünlere odaklanan çiftliklerin ortaya çıkması ile gıdaya erişim kolaylaşmış, nüfüsların artmasını sağlamıştır. İlk İngiltere’de başlayan bu hareket, kısa süre sonra komşularına da yayılmaya başlamış ve bu yeniliklere ayak uydurabilen diğer ülkeler bu yeni çağda diğer ülkeleri ekonomik olarak geride bırakmıştır.
Osmanlı her ne kadar İngiltere ve devrimin yakın takipçisi olan diğer batı ülkelerine yetişememiş olsada, bu sanayiye hiç önem verilmemiş olduğu anlamına gelmez. Osmanlı’nın yaptığı ekonomiyi ve sanayiyi kalkındırma hamlelerinin olumlu sonuçlarının istenen seviyede olmamasının farklı nedenleri vardır.
Osmanlı ekonomisinin temel yapıtaşı tarımdı. Buna küçük ölçekli atölyeler ve ticaret eşlik etmekteydi. 14. ve 15. yüzyıllarda Osmanlı dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahipken, 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’daki ekonomik ve teknolojik gelişmeleri yakalayamamış, kaybettiği savaşlarla beraber bunun ağırlığını son derece hissetmekte olan bir Osmanlı görmekteyiz.
İkinci Tarım Devrimi’nin kaçırılması bunun en büyük nedenlerindendir. Nüfus artışı diğer devletlerde gerçekleşmekte olan fabrika ve atölye patlamasında işçi sınıfını oluşturmuştur ancak bu Osmanlı’da gerçekleşmemiştir. Tımar gibi sistemlerin bozuluşuda Osmanlı’nın halihazırdaki ekonomisinin de bozulmasına neden olmaktaydı. Ayrıca Avrupa’daki gelişmelerin en büyük nedeni, ekonomik bakış açısının ‘sürekli büyüyen bir ekonomi’ haline gelmesi, Osmanlı’nın ise her zaman stabil, aynı düzenin bozulmadan devam etmesinin istendiği bir bakış açısı vardı.
Bu da özellikle bireysel, devlet tarafından fazla kontrol altında tutulmayan bir girişimciliği destekleyen yeni ekonomik tarzların Osmanlı’da çok tutmamasının nedenlerindendir. Kişisel sermaye üzerine kurulu bir düzenin Osmanlı’nın yüzyıllardır çok farklı şekilde işleyen sistemlerine ve tebasına uygulatılması kolay bir iş değildi.
Devrime yetişme düşüncesi 18. yüzyılın sonunda ortaya çıkmış ancak değişim için ilk gerçek adımlar 19. yüzyılda başlamıştır. Bunun nedeni, Osmanlı yöneticilerinin bu eksikliği kavrama kabiliyetinde eksik olduklarından değil, iç ve dış sorunlar, maddi yetersizlikler ve sosyal yapı bu girişimlerin yapılmasını iyice zorlaştırmış olmasıydı. Ayrıca bu girişimlerin çoğu zaman asıl iyileştirme hedefi orduydu. Buda bazı sektörlerin devlet desteği görmekte geri planda kalmasına sebep olmuştur. İlk gelişmeler, III. Selim ve II. Mahmut dönemlerini kapsamıştır. Çoğunlukla askerlerin kullanımı için fes, kıyafet, top ve tüfek imalatı için yapılan girişimlerdir.
Devlet yöneticileri Tanzimat’tan kısa süre sonra küçük esnaf ve devlet kontrolü ile bir sermaye kaynağı elde edilemeyeceğini kavramış, şirketleşme için ilk adımlar atılmaya başlanmıştı. Ticaret Bakanlığı, ticaret mahkemeleri kurulmuş ve ticaret kanunu yazılmıştır. Bu gelişmelerin ardından yerli-yabancı bir çok şirket kurulmuş, ancak Osmanlı’nın Türk-Müslüman halkında bu derece sermaye az bulunduğundan, bu girişimler çoğunlukla dış sermayeye yaramış, uzun vadede Osmanlı’nın kalkınmasına pek bir faydası dokunmamıştır.
Osmanlı Devleti’nde ticaret ve sanayi, devrime kadar ahilik, lonca ve gedik gibi halkın kendi oluşturduğu ve işlettiği topluluklar tarafından düzenlenirdi. Yeni sanayi hareketleriyle bu düzen işleyemez olunca, Tanzimatçılar Islah-ı Sanayi Komisyonu’nu kurmuşlardır. Yaklaşık 10 yıl faaliyet göstermiş, sonunda başarısız olmuştur. Bugünkü ticaret ve sanayi odalarının ilk örneğidir.
Osmanlı’nın en büyük eksikliklerinden biri vasıflı işçilerdi. Bunu değiştirmek adına 1864’ten itibaren İstanbul ve çeşitli bölgelerde hem erkek hemde kız öğrencilere eğitim vermek üzere pek çok Sanayi Mektebi kurulmuştur. İlk deneme 1848’te olduysada, asıl başlangıcı Mithat Paşa tarafından Niş’te kurulan mekteptir. Bu kurumlar genellikle ıslahhane olarak kurulmaktaydı ve öğrencileri kimsesiz, bakıma muhtaç çocuklardı. Burada çocuklara mesleki eğitim veriliyor ve sonrasında sektörlerde çalışacak eğitimli elemanlar olarak işçi ihtiyacını karşılıyorlardı.
I. Dünya Savaşı öncesi ülke genelinde sanayinin üretim değeri %55’i İstanbul’a, %25’i İzmir, %5’i Bursa ve %3’ü Adana’da idi. 1913’te Teşvik-i Sanayi Kanun-ı Muvakkatı çıkarılarak, yine sanayiye yatırım amaçlanmış ancak kapitülasyonların kaldırılması, ithalata sınır koyulması gibi etkili adımları Osmanlı dış borç ve dışa bağımlılığı yüzünden atamamıştır. Bu cumhuriyet döneminde çıkarılacak kanun için bir temel niteliğinde olmuştur ve ikincisi bu yönden daha başarılı olacaktır. Yinede bu kanunlar İstanbul sanayisini olumlu etkilemiş, 1916 yılına kadar 63 müessese teşviklerden faydalanmıştır.
Sonuç olarak Osmanlı’nın Sanayi Devrimi’ne geç kalmasının, sonrasında da yetişememesinin birbiriyle bağlantılı, oldukça fazla nedeni vardır. Genel olarak sanılanın aksine, Osmanlı halkı -özellikle yönetici kısmı- sanayileşmeye kökten karşı çıkan ve değişmeye direnen bir güruh değildi. Ancak kaybedilen savaşlarla başlayan ilk sorunlar, imparatorluğun son döneminde kendini çok artan dış borçlar, kapitülasyonlar ve neredeyse her yönden dışa bağımlılık olarak göstermiştir. Sermayesizlik, parasızlık ve genel eğitimsizlik, bu yapılan girişmelerin çoğunun uzun vadede bir kalkınmayı sağlamasına engel olmuştur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EDA SARI
Osmanlı ve Endüstri Devrimi
Endüstri Devrimi insanlık tarihindeki en önemli olaylardaan biridir. Endüstri Devrimi denildiğinde ilk akla gelen şey genelde makine ve fabrikalar olsada, aslında insanların yaşayış biçimini neredeyse kökten değiştirmiş ve bu değişimin hala devam ettiği bir dönemin başlangıcı olmuştur.
Endüstri Devrimi’nden önceki en büyük olay Tarım Devrimi’ydi. Bu insanların ilk kez tarım ve hayvancılığa başladığı dönemdir. Bu dönemin arkasından medeniyetler kurulmuş, insanların yaşam şekilleri avcılık toplayıcılıktan yerel hayata, çiftliklerinin ve şehirlerinin yakınlarında kaldıkları bir düzene dönmüştür. Sanayinin 18. yüzyıldaki inanılmaz değişimine kadar insanların yaşamının ana hatları az çok aynı kalmaya devam etmiştir. Zamanın ölçümü bile güneş ışığı ve mevsimlerin elverişliliği ile beraber düşünülmüştür.
İkinci Tarım Devrimi, tarımın kendini sanayileştirerek nedenle Endüstri Devrimi’nin öncüsü olmuştur. O döneme kadar kendini beslemenin amaç olduğu tarım üretimi, ilk kez üretim fazlalığı amacıyla yapılmaya başlanmıştır. Belirli ürünlere odaklanan çiftliklerin ortaya çıkması ile gıdaya erişim kolaylaşmış, nüfüsların artmasını sağlamıştır. İlk İngiltere’de başlayan bu hareket, kısa süre sonra komşularına da yayılmaya başlamış ve bu yeniliklere ayak uydurabilen diğer ülkeler bu yeni çağda diğer ülkeleri ekonomik olarak geride bırakmıştır.
Osmanlı her ne kadar İngiltere ve devrimin yakın takipçisi olan diğer batı ülkelerine yetişememiş olsada, bu sanayiye hiç önem verilmemiş olduğu anlamına gelmez. Osmanlı’nın yaptığı ekonomiyi ve sanayiyi kalkındırma hamlelerinin olumlu sonuçlarının istenen seviyede olmamasının farklı nedenleri vardır.
Osmanlı ekonomisinin temel yapıtaşı tarımdı. Buna küçük ölçekli atölyeler ve ticaret eşlik etmekteydi. 14. ve 15. yüzyıllarda Osmanlı dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahipken, 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’daki ekonomik ve teknolojik gelişmeleri yakalayamamış, kaybettiği savaşlarla beraber bunun ağırlığını son derece hissetmekte olan bir Osmanlı görmekteyiz.
İkinci Tarım Devrimi’nin kaçırılması bunun en büyük nedenlerindendir. Nüfus artışı diğer devletlerde gerçekleşmekte olan fabrika ve atölye patlamasında işçi sınıfını oluşturmuştur ancak bu Osmanlı’da gerçekleşmemiştir. Tımar gibi sistemlerin bozuluşuda Osmanlı’nın halihazırdaki ekonomisinin de bozulmasına neden olmaktaydı. Ayrıca Avrupa’daki gelişmelerin en büyük nedeni, ekonomik bakış açısının ‘sürekli büyüyen bir ekonomi’ haline gelmesi, Osmanlı’nın ise her zaman stabil, aynı düzenin bozulmadan devam etmesinin istendiği bir bakış açısı vardı.
Bu da özellikle bireysel, devlet tarafından fazla kontrol altında tutulmayan bir girişimciliği destekleyen yeni ekonomik tarzların Osmanlı’da çok tutmamasının nedenlerindendir. Kişisel sermaye üzerine kurulu bir düzenin Osmanlı’nın yüzyıllardır çok farklı şekilde işleyen sistemlerine ve tebasına uygulatılması kolay bir iş değildi.
Devrime yetişme düşüncesi 18. yüzyılın sonunda ortaya çıkmış ancak değişim için ilk gerçek adımlar 19. yüzyılda başlamıştır. Bunun nedeni, Osmanlı yöneticilerinin bu eksikliği kavrama kabiliyetinde eksik olduklarından değil, iç ve dış sorunlar, maddi yetersizlikler ve sosyal yapı bu girişimlerin yapılmasını iyice zorlaştırmış olmasıydı. Ayrıca bu girişimlerin çoğu zaman asıl iyileştirme hedefi orduydu. Buda bazı sektörlerin devlet desteği görmekte geri planda kalmasına sebep olmuştur. İlk gelişmeler, III. Selim ve II. Mahmut dönemlerini kapsamıştır. Çoğunlukla askerlerin kullanımı için fes, kıyafet, top ve tüfek imalatı için yapılan girişimlerdir.
Devlet yöneticileri Tanzimat’tan kısa süre sonra küçük esnaf ve devlet kontrolü ile bir sermaye kaynağı elde edilemeyeceğini kavramış, şirketleşme için ilk adımlar atılmaya başlanmıştı. Ticaret Bakanlığı, ticaret mahkemeleri kurulmuş ve ticaret kanunu yazılmıştır. Bu gelişmelerin ardından yerli-yabancı bir çok şirket kurulmuş, ancak Osmanlı’nın Türk-Müslüman halkında bu derece sermaye az bulunduğundan, bu girişimler çoğunlukla dış sermayeye yaramış, uzun vadede Osmanlı’nın kalkınmasına pek bir faydası dokunmamıştır.
Osmanlı Devleti’nde ticaret ve sanayi, devrime kadar ahilik, lonca ve gedik gibi halkın kendi oluşturduğu ve işlettiği topluluklar tarafından düzenlenirdi. Yeni sanayi hareketleriyle bu düzen işleyemez olunca, Tanzimatçılar Islah-ı Sanayi Komisyonu’nu kurmuşlardır. Yaklaşık 10 yıl faaliyet göstermiş, sonunda başarısız olmuştur. Bugünkü ticaret ve sanayi odalarının ilk örneğidir.
Osmanlı’nın en büyük eksikliklerinden biri vasıflı işçilerdi. Bunu değiştirmek adına 1864’ten itibaren İstanbul ve çeşitli bölgelerde hem erkek hemde kız öğrencilere eğitim vermek üzere pek çok Sanayi Mektebi kurulmuştur. İlk deneme 1848’te olduysada, asıl başlangıcı Mithat Paşa tarafından Niş’te kurulan mekteptir. Bu kurumlar genellikle ıslahhane olarak kurulmaktaydı ve öğrencileri kimsesiz, bakıma muhtaç çocuklardı. Burada çocuklara mesleki eğitim veriliyor ve sonrasında sektörlerde çalışacak eğitimli elemanlar olarak işçi ihtiyacını karşılıyorlardı.
I. Dünya Savaşı öncesi ülke genelinde sanayinin üretim değeri %55’i İstanbul’a, %25’i İzmir, %5’i Bursa ve %3’ü Adana’da idi. 1913’te Teşvik-i Sanayi Kanun-ı Muvakkatı çıkarılarak, yine sanayiye yatırım amaçlanmış ancak kapitülasyonların kaldırılması, ithalata sınır koyulması gibi etkili adımları Osmanlı dış borç ve dışa bağımlılığı yüzünden atamamıştır. Bu cumhuriyet döneminde çıkarılacak kanun için bir temel niteliğinde olmuştur ve ikincisi bu yönden daha başarılı olacaktır. Yinede bu kanunlar İstanbul sanayisini olumlu etkilemiş, 1916 yılına kadar 63 müessese teşviklerden faydalanmıştır.
Sonuç olarak Osmanlı’nın Sanayi Devrimi’ne geç kalmasının, sonrasında da yetişememesinin birbiriyle bağlantılı, oldukça fazla nedeni vardır. Genel olarak sanılanın aksine, Osmanlı halkı -özellikle yönetici kısmı- sanayileşmeye kökten karşı çıkan ve değişmeye direnen bir güruh değildi. Ancak kaybedilen savaşlarla başlayan ilk sorunlar, imparatorluğun son döneminde kendini çok artan dış borçlar, kapitülasyonlar ve neredeyse her yönden dışa bağımlılık olarak göstermiştir. Sermayesizlik, parasızlık ve genel eğitimsizlik, bu yapılan girişmelerin çoğunun uzun vadede bir kalkınmayı sağlamasına engel olmuştur.