SON DAKİKA
Hava Durumu

Ölümün Yeri

Yazının Giriş Tarihi: 06.07.2025 20:01
Yazının Güncellenme Tarihi: 06.07.2025 20:01

Çoğu şeyin zıttı vardır. Siyahın beyazı, iyinin kötüsü, ve yaşamın ölümü. Hayattaki her canlının istisnasız şekilde ‘yaşayacağı’ tek şeydir ölüm.

İronik şekilde ölüm belkide insanların hem toplumsal hemde kişisel olarak hayatlarında en çok düşündükleri şeylerden biridir. Ölümün sonrası kadar öncesi de önemli olduğundandır muhtemelen. Ölüm çoğu kişi tarafından bir son olarak görülür, finaldir ve değişmezdir. Ancak her ne kadar kişinin ölümü onun yaşamının sonu olsada, hayatını nasıl yaşadığı ve arkasında bıraktığı hatıralarda ölümle yakın şekilde ilişkilendirilir.

Hayatını tam yaşayan, yaptıklarından tatmin olanların ölüm korkusu da daha azdır. Yaşarken sevildiğini ve ölümünden sonrada sevileceğini bilmek insanın korkusunu bir nebzede olsa alır. Ölüm sonuçta kimsenin gidipte geldiği bir şey değildir, bilinmeze olan korku doğaldır ancak sadece önüne bakabilmekte bir ayrıcalıktır adeta.

Tabi bu ölümün bir açıdan romantize edilmiş bir yönü. Ölümün tamamen dünyalık, fiziksel olarak taşıdığı bazı gerçeklerde var. Örneğin ölümün arkasından gelen ilk şey bir cesettir. Ve yaşayan her canlı için bir cesedin varlığı dikkat edilmesi gereken bir şeydir.

Etçil bir hayvan için yeni ölmüş bir ceset -insan yada hayvan- kolay bir yemek anlamına gelebilir, ancak çoğu canlı için hem bir hüzün hemde uzak durulması gereken bir şeydir. Hayvanlarında doğada yaş tuttuğu gözlemlenmiştir, ancak sonunda yaşamı devam ettirme zorunluluğu baskın geldiğinde bazı içgüdüler kendini her zaman belli eder.

Uncanny valley, Türkçe ‘tekinsiz vadi’ olarak çevrilen, neredeyse her insana programlanmış bir davranıştır. İnsana yeterince benzeyen ama insan olmayan bir nesne yada canlının insanda uyandırdığı huzursuzluk olarak tanımlanabilir. Uzun yıllar boyunca bunun neden yaşandığına dair çeşitli teoriler ortaya konmuş, tam anlamıyla bir sonuca varılamamıştır.

Özellikle günümüzde inşa edilmeye başlamış insana benzeyen robotlar, korku filmlerinde ‘yeterince insan’ görünümlü canavarlar gibi nispeten modern zamanlarda ortaya çıkan bir fenomen olarak görülüp çözülmeye çalışılmış olsada, nedeninin insanlığın çok daha öncesinde yattığı da öne sürülmüş ve desteklenmiştir. En eski atalarımızın yabancı gruplar ve diğer doğada karşılaştıkları tehlikelere kadar gerileyen bir refleks olduğu bile iddia edilmektedir.

Bir başka teori ise çok geriye yada geleceğe gitmeyip, insanın her döneminde varolan bir başka şeye işaret eder. İnsana çok benzeyen ama tam olarak insan olmayan, daha görür görmez insanda kaçma ve uzak durma hissi uyandıran şey nedir? Evet bir zombi, evet bir robot yada bir başka iki ayaklı… yada bir ceset.

Eski çağlarda, doğanın ortasında minimal korunma ile yaşadığınızı düşünün. Yaşadığınız gruptan birinin ölmesi hangi nedenden olursa olsun, grubunuz için bir tehlike. O kişi hastalıktan öldüyse tüm grubunda o hastalığı taşıyıp taşımadığını bilmenin bir yolu yok, bir başka insan yada vahşi hayvan onu yaraladıysa bu da bir tehlike ya kendinizi savunacaksınız yada kaçacaksınız. En huzurlu şekilde yaşlılıktan öldüyse hala yaşadığınız yerden uzaklaştırmanız gereken bir ceset var çünkü yeterince beklerse bir mikrop yuvası olacak. O zamana kalmadan leşçi hayvanları çekeceği de cabası.

Atalarımızın önce yaşadığı travmalar biz fark etsekte etmesekte aslında bizimle kalır. Asırlar, bin yıllar boyunca bu tecrübelerin biriktiğini düşünün. En sonunda bu tecrübeler hepimizde tekinsiz vadi gibi bizi daha ilk bakışta korunmaya yönelik davranışlara yönlendiren refleksler olarak kendini göstermekte.

Ancak insanlar avcı toplayıcılığı ve bu dönemin yanında getirdiği hayat anlayışını geride bırakalı çok uzun zaman oldu. Bulunan en eski modern sayılabilecek mezar yaklaşık 120 bin yıl öncesine ait. Bu dönemde bunun tamamen pratik bir gereksinimle mi yapıldığı ve grup tarafından nasıl karşılandığını tam olarak söylemek zor.

Ölüm çeşitli inanç ve toplumlar tarafından çok farklı şekillerde algılandığından, ölüm ve sonrasını çevreleyen gelenek ve davranışlar da değişiklik göstermektedir. Ölümü sadece bir değişmez bir son olarak gören, yeniden doğuşa inanan yada ölümün insanın dünya ve ahireti kapsayan tam yaşamının arasında bir durak olarak gören çok çeşitli inanışlar vardır. Buda ölülerin gömülmesinde doğrudan etkili olmuştur.

Semavi dinlere mensup olmasalarda öldükten sonra yaşamın devam edeceği inancı bazı toplumlarda kendini göstermiştir. Yaşamlarını ve mezarlarını, hatta ölülerini hazırlayıp defnetmeleri doğrudan bu inançları ile etkileşim halinde olmuştur. Belkide tarihteki en büyük örnek olabilecek Eski Mısır’da ölümden sonraki yaşam, asıl yaşamın neredeyse her alanında etkili, insanların kültürlerini ölüm çevresinde şekillendiren bir konumdaydı.

Öldüklerinde de mezarları, o bireyin hayatının devam edeceği düşüncesi ile hazırlanırdı ve kişinin statüsüne göre bu mezarların büyüklüğü değişirdi. Bazı firavunların öldükten sonra ona hizmet etmesi için kölelerle bile gömüldükleri dönemler bile olmuş, bu daha sonra gerçek insanlar yerine hizmetçi heykellerinin konulması olarak değiştirilmiştir.

İslam’da da ölüm kötü bir sondan ziyade, ahirete gidişin ilk kısmıdır. Bu yüzden ölünün arkasından yapılacak davranışlar belirli bir çerçevede olmalıdır. Neredeyse her kültürde sevilen ve büyük sayılan insanların mezarları daha ihtişamlı yapılmış, kişinin hayatında yaptıklarına bir teşekkür olarak görülmüştür. Eski Türklerde de bazı mezarların diğerlerinden daha ihtişamlı olduğu bilinmekte, Anadolu ve İslam’a geçişle bunun kendini kültürümüzde türbe olarak göstermekte. Devamı gelecek…

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.