İnsanlar var oldukça yaşamlarına dair bilgi üretimi de onlarla birlikte var olur. Bu en ilkel insan topluluklarında iki taş yada sopayı birbirine sürterek kıvılcım elde etmekten, 18. yüzyılda yapılmış bir icada yada günümüzdeki en son trende kadar, aslında hepsi insan hayatına dair bir bilgidir ve o devasa bilgi havuzuna eklenmeye devam etmekte.
Arşivcilik, koleksiyonculuk, hatta ‘istifçilik’, bu bilgilerin fiziksel hale bürünmüş hallerinin bir çeşit muhafaza yolu, ama belkide insan hayatının en etkili, en yaygın ve en bilinen kayıtları her zaman kitaplar olmuş, kütüphanelerde bu kağıtların bulunduğu hazine sandığı.
Kitaplar ve kütüphaneler, insanlarla çok uzun zamandır beraberler. Tarihte yazının icadı ile insanların fikirleri, günlük yaşamlarından tutun efsanelere ve kurgu hikayelere, çeşitli malzemelere işlenerek kayıt altına alınmıştır. Bulunan en eski yazılara ait örneklerden biri tabletlere çivi yazısı ile yazılmış bir şikayet formlarıdır. (Bursa Arkeoloji Müzesi’nde de bu tabletlerin sergilenen örnekler var.) Ve kitapların şimdi aklımıza gelen hallerinden önce şekli daha farklıydı. Kitaptan çok parşömen, rulo şeklinde saklansalar da amaçları o zamanın teknolojisi ile insan hayatına dair tarihi, teknolojik yada sanatsal mümkün olan ve kayda değer bulunan her türlü bilgiyi kaydetmekti. Kütüphanelerde bu kayıtların toplandığı ve korunduğu mekanlar olmuştur.
Tarihteki en eski kütüphane MÖ 2600 yıllarına kadar geri gider. Sümerlere aittirler ve daha çok o dönemde kullanılan kil tabletlerin toplandığı arşivlerdir. Henüz kâğıt, papirüs yada hayvan derisinden yapılan ilkel kağıtlar yaygın değilken bile, kütüphaneler var olmuşlardır. Ancak alfabe çeşitlerinin ve yazım teknolojilerinin gelişmesi ile yazılan konu ve düşüncelerin daha karmaşık haller alabilmesi sonrasında üretilen kitap ve parşömenleri sayısı artmış, kütüphanelerde buna uygun olarak artmıştır.
Özellikle eski çağlarda kütüphaneler bilgilerin toplanması ve öğretilmesi için çok önemli yerlerdi. Hem tarihte hemde popüler kültürde oldukça sık adı geçen İskenderiye Kütüphanesi, kurulduğunda antik dünyadaki en büyük, en kapsamlı kütüphaneydi. En parlak çağında en az 40.000 en çok 400.000 olmak üzere çeşitli eser bulundurduğu tahmin edilen kütüphanenin atlattığı badireler sonucunda küçülmesi ve sonrasında yok oluşu, insanlık tarihindeki en büyük kayıplardan biri olarak adlandırılmaktadır.
Kağıdın Çin’de icadından sonra yavaş yavaş dünyanın geri kalanına da yayılmasıyla kitap ve eser üretimi artmış, böylelikle diğer medeniyetlerde kendi kütüphanelerini kurmuşlardır. Özellikle İran ve çevresindeki çalışmalar, sonrasında İslam medeniyetinin kütüphane kültürünün temelini oluşturmuştur.
Türklerin tarihine bakıldığında da Orta Asya’dan beridir kütüphanelerinin olduğu bulunmuştur. Uygurlar’a ait bulunan kütüphanenin kalıntılarında yaklaşık 30 bin adet el yazması ortaya çıkarılmıştır. Türkler İslam’a geçtikten sonra da kurdukları devletlerde kütüphanelere önem verilmiştir. Gazne devletinde Gazneli Mahmut tarafından Saray Kütüphanesi, sonrasında Büyük Selçuklu Devleti’nde Aziziye ve Kemaliye kütüphanelerine ek olarak ondan fazla kütüphane kurulmuş ve hizmet vermiştir.
Osmanlılar döneminde ise kütüphaneler daha çok medreseler etrafında şekillenen yapılar olmuştur. İmparatorluğun başlangıcından beri var olan bu kütüphanelerin ilki Osman Bey döneminde İznik’te kurulmuş, ikincisi de Bursa’da Lala Şahin Bey tarafından kurulmuştur. Medrese kütüphanelerine ek olarak cami kütüphaneleri de oldukça yaygındır. Bu kütüphaneler daha çok dini bilgiler içeren yazmalar be Kuran-ı Kerim bulundururdu ve bütün halkın kullanımına açıktı.
Özellikle günümüzde teknolojinin geldiği noktada, neredeyse hepimiz kütüphaneleri cebimizde taşıyoruz. Bu büyük bir nimet ancak bazen özellikle bir mekanda bulunmanın bir insana katabileceği tatminden insanları mahrum bırakabiliyor. Bilgiye ve sanata erişim artık hiç olmadığı kadar kolay, ancak bir kütüphaneye girip sadece gezmek bile insanın bakış açısını değiştirebilme ihtimaline sahip.
Kütüphanelerin sadece varlığı bile, ister bilimsel ister edebi amaçlarla yazılmış olsun, insanların hayatlarından birer kesitin dondurulmuş hallerinin özenle saklanıp ve değer görebilmeye devam etmesi için bir umut ışığı. Dijital ortamda olan her bilginin aslında fiziksel karşılığı. Kütüphanelerin kaybedilmesi ve unutulmuş mekanlar olmalarına izin vermek aslında insanlığın kendine zarar vermek demek.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EDA SARI
Kütüphaneler
İnsanlar var oldukça yaşamlarına dair bilgi üretimi de onlarla birlikte var olur. Bu en ilkel insan topluluklarında iki taş yada sopayı birbirine sürterek kıvılcım elde etmekten, 18. yüzyılda yapılmış bir icada yada günümüzdeki en son trende kadar, aslında hepsi insan hayatına dair bir bilgidir ve o devasa bilgi havuzuna eklenmeye devam etmekte.
Arşivcilik, koleksiyonculuk, hatta ‘istifçilik’, bu bilgilerin fiziksel hale bürünmüş hallerinin bir çeşit muhafaza yolu, ama belkide insan hayatının en etkili, en yaygın ve en bilinen kayıtları her zaman kitaplar olmuş, kütüphanelerde bu kağıtların bulunduğu hazine sandığı.
Kitaplar ve kütüphaneler, insanlarla çok uzun zamandır beraberler. Tarihte yazının icadı ile insanların fikirleri, günlük yaşamlarından tutun efsanelere ve kurgu hikayelere, çeşitli malzemelere işlenerek kayıt altına alınmıştır. Bulunan en eski yazılara ait örneklerden biri tabletlere çivi yazısı ile yazılmış bir şikayet formlarıdır. (Bursa Arkeoloji Müzesi’nde de bu tabletlerin sergilenen örnekler var.) Ve kitapların şimdi aklımıza gelen hallerinden önce şekli daha farklıydı. Kitaptan çok parşömen, rulo şeklinde saklansalar da amaçları o zamanın teknolojisi ile insan hayatına dair tarihi, teknolojik yada sanatsal mümkün olan ve kayda değer bulunan her türlü bilgiyi kaydetmekti. Kütüphanelerde bu kayıtların toplandığı ve korunduğu mekanlar olmuştur.
Tarihteki en eski kütüphane MÖ 2600 yıllarına kadar geri gider. Sümerlere aittirler ve daha çok o dönemde kullanılan kil tabletlerin toplandığı arşivlerdir. Henüz kâğıt, papirüs yada hayvan derisinden yapılan ilkel kağıtlar yaygın değilken bile, kütüphaneler var olmuşlardır. Ancak alfabe çeşitlerinin ve yazım teknolojilerinin gelişmesi ile yazılan konu ve düşüncelerin daha karmaşık haller alabilmesi sonrasında üretilen kitap ve parşömenleri sayısı artmış, kütüphanelerde buna uygun olarak artmıştır.
Özellikle eski çağlarda kütüphaneler bilgilerin toplanması ve öğretilmesi için çok önemli yerlerdi. Hem tarihte hemde popüler kültürde oldukça sık adı geçen İskenderiye Kütüphanesi, kurulduğunda antik dünyadaki en büyük, en kapsamlı kütüphaneydi. En parlak çağında en az 40.000 en çok 400.000 olmak üzere çeşitli eser bulundurduğu tahmin edilen kütüphanenin atlattığı badireler sonucunda küçülmesi ve sonrasında yok oluşu, insanlık tarihindeki en büyük kayıplardan biri olarak adlandırılmaktadır.
Kağıdın Çin’de icadından sonra yavaş yavaş dünyanın geri kalanına da yayılmasıyla kitap ve eser üretimi artmış, böylelikle diğer medeniyetlerde kendi kütüphanelerini kurmuşlardır. Özellikle İran ve çevresindeki çalışmalar, sonrasında İslam medeniyetinin kütüphane kültürünün temelini oluşturmuştur.
Türklerin tarihine bakıldığında da Orta Asya’dan beridir kütüphanelerinin olduğu bulunmuştur. Uygurlar’a ait bulunan kütüphanenin kalıntılarında yaklaşık 30 bin adet el yazması ortaya çıkarılmıştır. Türkler İslam’a geçtikten sonra da kurdukları devletlerde kütüphanelere önem verilmiştir. Gazne devletinde Gazneli Mahmut tarafından Saray Kütüphanesi, sonrasında Büyük Selçuklu Devleti’nde Aziziye ve Kemaliye kütüphanelerine ek olarak ondan fazla kütüphane kurulmuş ve hizmet vermiştir.
Osmanlılar döneminde ise kütüphaneler daha çok medreseler etrafında şekillenen yapılar olmuştur. İmparatorluğun başlangıcından beri var olan bu kütüphanelerin ilki Osman Bey döneminde İznik’te kurulmuş, ikincisi de Bursa’da Lala Şahin Bey tarafından kurulmuştur. Medrese kütüphanelerine ek olarak cami kütüphaneleri de oldukça yaygındır. Bu kütüphaneler daha çok dini bilgiler içeren yazmalar be Kuran-ı Kerim bulundururdu ve bütün halkın kullanımına açıktı.
Özellikle günümüzde teknolojinin geldiği noktada, neredeyse hepimiz kütüphaneleri cebimizde taşıyoruz. Bu büyük bir nimet ancak bazen özellikle bir mekanda bulunmanın bir insana katabileceği tatminden insanları mahrum bırakabiliyor. Bilgiye ve sanata erişim artık hiç olmadığı kadar kolay, ancak bir kütüphaneye girip sadece gezmek bile insanın bakış açısını değiştirebilme ihtimaline sahip.
Kütüphanelerin sadece varlığı bile, ister bilimsel ister edebi amaçlarla yazılmış olsun, insanların hayatlarından birer kesitin dondurulmuş hallerinin özenle saklanıp ve değer görebilmeye devam etmesi için bir umut ışığı. Dijital ortamda olan her bilginin aslında fiziksel karşılığı. Kütüphanelerin kaybedilmesi ve unutulmuş mekanlar olmalarına izin vermek aslında insanlığın kendine zarar vermek demek.