SON DAKİKA
Hava Durumu

Kendini Yiyen Yılan

Yazının Giriş Tarihi: 19.06.2025 20:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 19.06.2025 20:06

1816’da Joseph Nicéphore Niépce’nın ilk fiziksel fotoğrafı üreten kamerasından, 1888’de tarihteki ilk video olarak geçen, sadece bir kaç saniyelik Roundhay Bahçesi Sahnesi’ne, 1906’da ilk uzun metraj film olan Kelly Çetesi’nin Hikayesi’nden, 2010 ve 2020’leri adeta esir almış canlı aksiyon uyarlamalarına, sinema ve film artık bir asırdan uzun bir süredir hayatımızda.

Geldiğimiz nokta sinemanın tarihine ve gelişimine bakıldığında aslında çok kısa bir sürede çok büyük değişimler, ve değişimlerin etkisi olumlu yada olumsuz şekilde özellikle son yıllarda kendini iyice belli etmeye başladı.

Sinema deyince aklımıza filmlerin kendi kadar o filmleri nerede ve nasıl izlediğimizde gelir. Filmlerden önce gelen tiyatro oyunları, konserler ve benzeri sahne sanatları insanlık tarihinde çok uzun süredir icra edilmekte. Özellikle eski çağlarda sanatçılar yapılmış özel bir sahneye ihtiyaç duymayıp, seyirci ve hareket etmeye yeterli boş bir alan onlar için yeterli olmuştur. Ancak teknoloji ve medeniyetin gelişmesiyle daha antik çağlarda bile tiyatrolar kurulmuş, oyunlar oynanmış ve bu sanatlar günümüze kadar gelişmeye devam etmiştir.

Tiyatrolar tıpki filmin icadından önce süregelmiştir sanat dallarının evleri oldukları gibi, ilk filmlerin gösterimlerine de ev sahipliği yapmışlardır. Sinema teknolojilerinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla zamanla bu tiyatro ve gösteri salonlarının canlı gösterilere vakit ayıramayacak kadar film yapılmaya başlanmış, bu ilk defa sadece film gösterimi için açılmış gösteri salonlarına, yani sinemaların ortaya çıkışına yol açacaktır.

İlk sinemanın neresi olduğu tartışmalı bir konu olabilsede, 25 Eylül 1895’te Atlanta, Amerika’da bir projeksiyon makinesi olan phantoscope gösterileri için yapılmış olan bina ilk sinema olarak gösterilmektedir. Fransa’da da benzeri binalar ortaya çıkmış, 1970’lere kadar hizmet vermeye devam etmişlerdir. Danimarka’da 1908’de açılan ilk sinema salonu günümüzde hala işlemektedir.

Osmanlı’da ilk film gösterimi 1896 yılında Yıldız Sarayı’nda yapılmıştır. 19 Mart 1914’te açılan Milli Sinema ilk sinema salonu olmuştur. Bu ilk adımdan günümüze artık 79 ilimizde toplam 368 tane sinema mevcut. 20. yüzyılda yabancı ülkelerde bile açılan çoğu sinemanın tek perdesi varken, artık sadece Türkiye’de bu 368 sinemanın 2 binden fazla perdesi mevcut.

Bir filmin başarılı olması için bazı şartların uygun olması gerekiyor. Filmin vizyona gireceği tarih, filmin konusu ve hedef kitlesi, içinde oynayan oyuncular ve yönetmenler, ve belkide en önemlisi reklamının yapılması. Ki bazen bu en beklenmedik yerden çıkagelebiliyor.

2023’te Barbie ve Oppenheimer filmlerinin aynı gün vizyona gireceği haberi sosyal medyaya düştüğünde sonrasında gelişen olayların ulaştığı seviye bence hiçbir stüdyonun bunu planlayabileceği seviyede değildi. ‘Barbenheimer’ gününde ne giyileceği ve nasıl günü nasıl geçirileceğine dair atılan sayısız tweet, o gün gerçekten yapılmıştı.

Bu olayın açıklaması çeşitli nedenler üzerinden tartışılabilir, ama ben özellikle bu olayın sinema salonlarına ve sinemada film izlemeyi artık bırakmaya başlamış bir seyirci üzerinden yorumlamak istiyorum.

Sinema, gelişen teknolojisi ile hem filmlerin gösterim şekil ve yerlerinde hiç olmadığı kadar yaygın hemde hiç olmadığı kadar çok film üretilmekte. Artan nüfus ve özellikle sosyal medyanın hayatımızda artan etkisiyle şimdiye kadar hiç olmadığı kadar popüler olmalı aslında, değil mi? Niye Barbenheimer her yaz olmasın?

İşte burada sinemaların ve stüdyoların kendi kuyruğunu ısırdıkları, ancak Yunan mitolojisinde sürekli yokoluş ve yaratım döngüsünü sembolize eden ouroboros yerine, sadece kendini yiyen ve bitirince geriye sadece kemiklerin kalacağı bir yılan haline gelecekleri an geliyor.

Covid-19 modern toplumumuzdaki en büyük değişimi beraberinde getirdi. Hepimiz hayatımızı bir süre uzaktan yaşadık ve aslında çokta uzun süren bir zaman da değildi ancak etkileri hala devam etmekte. Sinemada dolayısıyla bu etkilenen sektörlerden biriydi. Zaten Netflix başta olmak üzere arkasından açılan bir sürü ‘akış’ hizmetleriyle, artık bazı filmler doğrudan sadece bilgisayar ve televizyonlarımızda ‘vizyona girdi’.

Bu sinemada bir ilk değil elbette. Vizyona girmeden doğrudan VHS, DVD ve benzeri fiziksel medya aracılığıyla izleyiciyle buluşan bir sürü film hem bağımsız sinemada hemde büyük stüdyolar tarafından yapılan bir olaydı. Ancak Netflix gibi bir yerden sonra hedefi ‘sadece çok içerik, içi boş olsada olur’ düşüncesine kaydığında, o haftanın popüler film ve dizisi diğer haftaya unutulsada çokta önemli olmuyor.

Bunun sinemalara yansımasını görüyoruz. Gelen filmler vizyona düştüğü anda popüler olmazsa vizyondan çabucak kalkmakta, popüler olan film her ne ise, haftalarca salonlarda oynamaya devam etmekte. Ayrıca ‘nasılsa korsana yada Netflix’e düşecek’ düşüncesi, hem tüm dünyada artan bilet fiyatları ile birleştiğinde, sinema salonları Covid öncesindeki hallerini hala yakalayamadı.

Sadece izleyiciyi suçlu bulmakta olmaz, özellikle ülkemizdeki Imax sinemaları bile yabancı ülkelerdekilere kıyasla çok daha kalitesiz. Projeksiyonların ve ekranların artan bilet fiyatlarına rağmen kalitesizliği de bu durumda etkin bir neden.

Stüdyolar ‘çok olsun yeter’ düşüncesinden kurtulmadıkça ve gerçekten seyirciyi çeken filmleri ortaya koymadıkça, bu içerik denizinde artık filmlerde kaybolacak gibi. Barbenheimer aslında bu durumun tersine çevrilebileceğine dair bir işaret. Ancak üretilen filmlerin kalitesi ve dijital çağa olan bağımlılığın azalması, bu dönüş için elzem.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.