İnsanlar tarih boyunca temel ihtiyaçlarının karşılandığı ve güvende hissettiği bir ortama kavuştuğunda çok geçmeden yaşadığı yerden başlayarak hayatının geri kalanına da yayılacak şekilde bir estetik arayışı ve üretimine girer. Özellikle göze hitap eden bu arayış, kendini bir eşyanın üzerindeki süslemeler ve mağara duvarlarındaki çizimlerden, günümüzdeki sofistike sanat dallarına ulaşan bir yolda bulmuştur.
‘Hareket eden resimler’ diğer görsel sanat dallarıyla karşılaştırıldığında oldukça yeni sayılabilecek bir sanat dalıdır. Ancak filmin icadından günümüze kadar geçirdiği değişim ve gelişimleri göz önüne alındığında görece kısa ama dolu bir yaşam geçirdiğini görürüz. İlk kaydedilen filmin tarihi 1888’e kadar geriye gitmekte ancak iki asırdan az sürede geçirdiği değişim bazı sanat dallarınıni hiç sahip olamadığı bir düzeydedir. 19. yüzyılın sonlarına doğru ilk çalışmalar ve örneklerin arka arkaya ortaya çıkmasıyla başlayan filmin serüveni o dönemlerde esinlenebileceği konu ve objeler sınırlı olsada, çok önemli başlangıçlara sahip olacaktı.
20. yüzyılın ilk yıllarında artık film çekimi yaygınlaşmaya başlamış, bunu takiben film teknolojisi gelişmeye devam etmiştir. Film çekmek sadece aktörlere bir kamera tutmaktan çok öte bir iştir. Ve henüz sinemanın sinema olmadığı, film çekimlerinin henüz emeklediği bu dönemde, her yeni inovasyon ve bulunan teknik, çığır açıcıydı.
Sinemanın Altın Çağı olarak anılan 1910 ve 1920’leri kapsayan döneme kadar geçen dönem hem teknik hem de sanatsal açıdan sinemanın temellerini oluşturur. Bu dönemde yapım sonrası efekt ve edit tekniklerinin ortaya çıkışının yanı sıra, ilk senaryo denemeleri yapılmıştır. Sonrasına sessiz sinema dönemi olan altın çağ başlamış, günümüzde film denince akla gelen Hollywood, Hollywood olmuştur.
Bundan sonrasında film ve sinema her dönem gelişmeye devam etmiş, dünya savaşları başta olmak üzere çeşitli badireler ve engeller atlatmış, bazen propagandalara alet edilmiş bazen insanların geçirdiği karanlık dönemlerde daha iyi bir hayatın umut ışığı olmuştur.
Sinemaya gitmek, özellikle bu sanat dalının var olduğu zamanın büyük bir kısmında, özel bir deneyim olarak sayılmaktaydı. Sinemaya gitmek sadece bir eğlence aracı değil bir deneyimdi aynı zamanda. İnsanların bir filmi izlemek için evlerinden dışarıya çıkması ve sadece o amaçla bir yere gitmesi, o yapılan eylemin değerini de arttıyordu elbette.
Bunun değişimindeki en büyük sebeb olarak televizyonların icadı ve yaygınlaşması gösterilebilir. Televizyonların kısmen hızlı bir şekilde özellikle Amerika’da yaygınlaşmasıyla film çekimi yeni bir döneme girecekti. İlk başta sinema bundan çok etkilenmemiş olsada, günümüzde geldiği seviyeyi hepimiz yaşayıp görmekteyiz.
Fiziksel medya, televizyonların yeterince yaygın olduğu, ama hala sinemaların o özel konumlarını koruduğu bir zamanda, yeni bir çağın başlangıcı için uygun koşulların bulunduğu bir ortamda günümüzde bildiğimiz şeklini almak için ilk adımını attı.
Disney’in Kasası, özellikle stüdyonun fanları için bilinen bir bilgidir. Ben şahsen küçükken yeni filmlerin fragmanlarında bahsedilen bu kasanın aslında ne olduğunu öğrendiğimde oldukça etkilenmiştim. Disney’in ilk uzun metraj filmi Pamuk Prenses’ten itibaren, özellikle VHS ve sonrasında DVD disklerinin takip ettiği döneme kadar çıkardığı tüm filmleri, periyodik olarak ‘kasasından çıkararak’ sinemalarda yeniden gösterime sokması anlamına gelmekte. Bu kasa Disney Stüdyosu’nun sahip olduğu bütün filmleri barındırmakta.
1976’da ilk VHS kaseti genel izleyicilerin alıp kendi evlerinde izlemeleri için satışa sunulmuştur. Bu fiziksel medyanın özellikle izleyicilerin kendi arşivlerini oluşturabilmesi için bir dönüm noktasıdır. Daha sonrasında DVD, her ne kadar günümüzde teknolojik açıdan geri kalsada, fiziksel medyayla eş anlamlı hale gelecek kadar popüler olacaktır.
Fiziksel medyanın asıl önemi ve değeri, bir sanat eserinin kayıt altına alınması ve adından da anlaşılacağı üzere, fiziksel şekilde elle tutulan bir versiyonuna sahip olabilmektedir. Her stüdyonun kendine ait kasaları var, ancak bir izleyicinin izlediği bir filmi çok sevip, ona evinde bir yer ayırması fikri bence her insanın bir sanat eseriyle oluşturduğu bağ ve bu eseri anlamak için geliştirdiği anlayışın bir sonucu.
Türkiye’de yaklaşık 8 senedir yeni filmler DVD yada Blu-Ray formatında üretilmemekte. ‘Streaming’ ortaya çıktığından beri fiziksel medya oldukça geri plana düştü ve sadece bir kaç sene önce çeşitli kitapçı ve dükkanlarda raflarda filmler varken, bugün bu arayış ve koleksiyonculuk bir ‘nostalji’ halini almış durumda. Halbuki bir sanat eseri, o esere verilen değer seviyesi kadar etkileyicidir. Ve bu verilen değer seviyesinin azalması ve unutulması sanattan sanatçıya herkesin kaybı olur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EDA SARI
Fiziksel Medya
İnsanlar tarih boyunca temel ihtiyaçlarının karşılandığı ve güvende hissettiği bir ortama kavuştuğunda çok geçmeden yaşadığı yerden başlayarak hayatının geri kalanına da yayılacak şekilde bir estetik arayışı ve üretimine girer. Özellikle göze hitap eden bu arayış, kendini bir eşyanın üzerindeki süslemeler ve mağara duvarlarındaki çizimlerden, günümüzdeki sofistike sanat dallarına ulaşan bir yolda bulmuştur.
‘Hareket eden resimler’ diğer görsel sanat dallarıyla karşılaştırıldığında oldukça yeni sayılabilecek bir sanat dalıdır. Ancak filmin icadından günümüze kadar geçirdiği değişim ve gelişimleri göz önüne alındığında görece kısa ama dolu bir yaşam geçirdiğini görürüz. İlk kaydedilen filmin tarihi 1888’e kadar geriye gitmekte ancak iki asırdan az sürede geçirdiği değişim bazı sanat dallarınıni hiç sahip olamadığı bir düzeydedir. 19. yüzyılın sonlarına doğru ilk çalışmalar ve örneklerin arka arkaya ortaya çıkmasıyla başlayan filmin serüveni o dönemlerde esinlenebileceği konu ve objeler sınırlı olsada, çok önemli başlangıçlara sahip olacaktı.
20. yüzyılın ilk yıllarında artık film çekimi yaygınlaşmaya başlamış, bunu takiben film teknolojisi gelişmeye devam etmiştir. Film çekmek sadece aktörlere bir kamera tutmaktan çok öte bir iştir. Ve henüz sinemanın sinema olmadığı, film çekimlerinin henüz emeklediği bu dönemde, her yeni inovasyon ve bulunan teknik, çığır açıcıydı.
Sinemanın Altın Çağı olarak anılan 1910 ve 1920’leri kapsayan döneme kadar geçen dönem hem teknik hem de sanatsal açıdan sinemanın temellerini oluşturur. Bu dönemde yapım sonrası efekt ve edit tekniklerinin ortaya çıkışının yanı sıra, ilk senaryo denemeleri yapılmıştır. Sonrasına sessiz sinema dönemi olan altın çağ başlamış, günümüzde film denince akla gelen Hollywood, Hollywood olmuştur.
Bundan sonrasında film ve sinema her dönem gelişmeye devam etmiş, dünya savaşları başta olmak üzere çeşitli badireler ve engeller atlatmış, bazen propagandalara alet edilmiş bazen insanların geçirdiği karanlık dönemlerde daha iyi bir hayatın umut ışığı olmuştur.
Sinemaya gitmek, özellikle bu sanat dalının var olduğu zamanın büyük bir kısmında, özel bir deneyim olarak sayılmaktaydı. Sinemaya gitmek sadece bir eğlence aracı değil bir deneyimdi aynı zamanda. İnsanların bir filmi izlemek için evlerinden dışarıya çıkması ve sadece o amaçla bir yere gitmesi, o yapılan eylemin değerini de arttıyordu elbette.
Bunun değişimindeki en büyük sebeb olarak televizyonların icadı ve yaygınlaşması gösterilebilir. Televizyonların kısmen hızlı bir şekilde özellikle Amerika’da yaygınlaşmasıyla film çekimi yeni bir döneme girecekti. İlk başta sinema bundan çok etkilenmemiş olsada, günümüzde geldiği seviyeyi hepimiz yaşayıp görmekteyiz.
Fiziksel medya, televizyonların yeterince yaygın olduğu, ama hala sinemaların o özel konumlarını koruduğu bir zamanda, yeni bir çağın başlangıcı için uygun koşulların bulunduğu bir ortamda günümüzde bildiğimiz şeklini almak için ilk adımını attı.
Disney’in Kasası, özellikle stüdyonun fanları için bilinen bir bilgidir. Ben şahsen küçükken yeni filmlerin fragmanlarında bahsedilen bu kasanın aslında ne olduğunu öğrendiğimde oldukça etkilenmiştim. Disney’in ilk uzun metraj filmi Pamuk Prenses’ten itibaren, özellikle VHS ve sonrasında DVD disklerinin takip ettiği döneme kadar çıkardığı tüm filmleri, periyodik olarak ‘kasasından çıkararak’ sinemalarda yeniden gösterime sokması anlamına gelmekte. Bu kasa Disney Stüdyosu’nun sahip olduğu bütün filmleri barındırmakta.
1976’da ilk VHS kaseti genel izleyicilerin alıp kendi evlerinde izlemeleri için satışa sunulmuştur. Bu fiziksel medyanın özellikle izleyicilerin kendi arşivlerini oluşturabilmesi için bir dönüm noktasıdır. Daha sonrasında DVD, her ne kadar günümüzde teknolojik açıdan geri kalsada, fiziksel medyayla eş anlamlı hale gelecek kadar popüler olacaktır.
Fiziksel medyanın asıl önemi ve değeri, bir sanat eserinin kayıt altına alınması ve adından da anlaşılacağı üzere, fiziksel şekilde elle tutulan bir versiyonuna sahip olabilmektedir. Her stüdyonun kendine ait kasaları var, ancak bir izleyicinin izlediği bir filmi çok sevip, ona evinde bir yer ayırması fikri bence her insanın bir sanat eseriyle oluşturduğu bağ ve bu eseri anlamak için geliştirdiği anlayışın bir sonucu.
Türkiye’de yaklaşık 8 senedir yeni filmler DVD yada Blu-Ray formatında üretilmemekte. ‘Streaming’ ortaya çıktığından beri fiziksel medya oldukça geri plana düştü ve sadece bir kaç sene önce çeşitli kitapçı ve dükkanlarda raflarda filmler varken, bugün bu arayış ve koleksiyonculuk bir ‘nostalji’ halini almış durumda. Halbuki bir sanat eseri, o esere verilen değer seviyesi kadar etkileyicidir. Ve bu verilen değer seviyesinin azalması ve unutulması sanattan sanatçıya herkesin kaybı olur.