İnsanlık tarihi aslında görkemli şehirler, her dönemde yeni fikirlerle ortaya çıkmış mühendislik harikalarından, savaşlardan çok daha öncesinde de var olmuştur. Ancak tarihimizin en önemli noktalarından biri insanların bir araya gelmesidir. Eski çağlardan günümüze medeniyetin varolabilme ve gelişme sebebi budur.
Bu birliktelik ve gruplaşma başlangıcından sonra gelecek her dönemde daha kalabalık, daha becerikli ve aynı zamanda da daha komplike bir hal almıştır. İnsanlar kurdukları ilk topluluklar içinde bile bazı toplumsal rol ve düzenler uygulamışlardır.
Gruplar arası ilişkilerde insanların nüfusu ve kurdukları toplumların gelişmesiyle değişmiştir. Yabancıya dair kendini ve ait olduğu yeri koruma isteği her zaman var olmuş, insanların teknolojisi ve becerisi geliştikçe, bu dinamiklerde gelişmiştir.
İnsanlar nesnelere fiziksel varlıklarından fazlasını yükleyen, mecaz ve maddeyi çoğu zaman beraber kullanabilen yegane canlılardır. Doğada hayvanların belirli seviyede alet kullanımı gözlemlenebilir ancak insanların sadece tasarımlarla aktarabileceği bilgiyle boy ölçüşemez.
Toplumlar büyüdükçe, yerlerini belleyip savundukça varlıklarını temsil eden sembollerde ortaya çıkmaya başladı. Sadece toplumsal değil, aileler ve kişilerin yer ve statüsüne göre onların da varlığının ve etkisinin yansımaları da bu uygulamalarda kendine yer buldu. Toplumsal yada kişisel, günümüzde de kullandığımız çeşitli bayrak, imza, mühür arma ve daha nice yöntem ve semboller hala kendine toplumsal işleyişte yer bulmaya devam etmekte.
Bayrakların kullanımı tarihte eski Roma ve Mısır uygarlıklarına kadar geriye gitmekte, 11. yüzyılda Çin’de kayıt altına alınmış şekilde kullanılmaktadır. Eski Türklerde de bayrak kullanılmıştır. Bayrak kelimesi Türkçe’de Oğuzların ‘mızrak’ anlamında kullandığı batrak kelimesinden türemiştir. Uygurlar ‘saplamak’ anlamıyla batruk olarak kullanmış, yere saplanıp batırılan, çubuğun sonuna bağlanan ve o hanedanlığı temsil eden kumaş ve iplerin yanında madenlerden yapılmış kurt başları, kağanların sembolleri olmuşlardır.
Ingilizce’de flag olan bayrak, köken olarak dalgalanma, titreme anlamına gelen flakken sözcüğünden türemiştir. Özellikle orta çağlarda bazı soyluların ve ait oldukları ailelerin kendine ait, kral ve kraliçeler tarafından bahşedilen armaları vardır. Bayraklar ve üzerindeki renkler, desenler ve çeşitli sembollerle bir şövalyenin savaş içinde uzak bir mesafeden bile hangi aileye mensup olduğu, hatta o ailenin hangi üyesi olduğu bile anlaşılabilirdi.
Ailelerin soyluluklarına göre kullanabileceği renk, desen ve sembollerde farklılık gösteriyordu. Örneğin aslanın bulunduğu sancaklar sadece krallar tarafından kullanılabiliyordu. Armaların hem bütün kombinasyonu hemde kompozisyonun içindeki parçaların taşıdıkları anlam bu nedenle oldukça önemli ve aynı zamanda kişisel olabiliyordu.
Osmanlı’nın armasıda bu uzun ancak farklı bir gelenekten bize hediye gelmiştir. Kraliçe Victoria’nın görevlendirdiği Prens Charles Young’ın İstanbul’a gelerek yaptığı araştırmalarla Osmanlı’nın ilk armasını tasarlamıştır. Günümüze en çok bilinen hali ise yeniden tasarlanmış, 1882’de II. Abdülhamid tarafından kabul edilmiştir.
Gemilerin ait oldukları ülkelerin yada grupların bayraklarını taşıması bunun bir zorunluluk haline gelmeden çok öncesinde de uyguladıkları bir şeydi. Ancak gemi trafiğinin ve korsancılığın artması ile 18. yüzyılda zorunlu hale getirilmiştir. Günümüzde ise hem gemilerin ait oldukları ülkelerin hemde deniz trafiğinde birbirleriyle iletişimde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Günümüze her bireyin kendine ait imzaları vardır. Bu imzanın kolay taklit edilememesi, ve özgün olması oldukça önemlidir. Kişiyi her yönden temsil eden bu iz, binlerce yıldır insanlar tarafından bırakılmaktadır. Tarihte bulunan en eski imza, milattan önce 3100 yıllarında Sümer döneminden kalan bir kil tablette bulunmuştur.
İnsanların hem pratik hemde kişisel nedenlerde kendilerini ve ait oldukları toplumlara verdikleri semboller ve bunu hepsinin kabul edip uygulaması aslında bir yönden bizim hayal gücümüzü öne çıkarmaktadır. Bayrak, imza, arma, fiziksel olarak bir kağıttan, kil bir tabletten yada erimiş bir muma basılan baskıdan ibaretken, bir çubukta rüzgarda sallanan o kumaş ve üzerindeki desenler, maddelerinden çok daha derin anlamlar taşımaktadırlar.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EDA SARI
Dalgalanan İmzalar
İnsanlık tarihi aslında görkemli şehirler, her dönemde yeni fikirlerle ortaya çıkmış mühendislik harikalarından, savaşlardan çok daha öncesinde de var olmuştur. Ancak tarihimizin en önemli noktalarından biri insanların bir araya gelmesidir. Eski çağlardan günümüze medeniyetin varolabilme ve gelişme sebebi budur.
Bu birliktelik ve gruplaşma başlangıcından sonra gelecek her dönemde daha kalabalık, daha becerikli ve aynı zamanda da daha komplike bir hal almıştır. İnsanlar kurdukları ilk topluluklar içinde bile bazı toplumsal rol ve düzenler uygulamışlardır.
Gruplar arası ilişkilerde insanların nüfusu ve kurdukları toplumların gelişmesiyle değişmiştir. Yabancıya dair kendini ve ait olduğu yeri koruma isteği her zaman var olmuş, insanların teknolojisi ve becerisi geliştikçe, bu dinamiklerde gelişmiştir.
İnsanlar nesnelere fiziksel varlıklarından fazlasını yükleyen, mecaz ve maddeyi çoğu zaman beraber kullanabilen yegane canlılardır. Doğada hayvanların belirli seviyede alet kullanımı gözlemlenebilir ancak insanların sadece tasarımlarla aktarabileceği bilgiyle boy ölçüşemez.
Toplumlar büyüdükçe, yerlerini belleyip savundukça varlıklarını temsil eden sembollerde ortaya çıkmaya başladı. Sadece toplumsal değil, aileler ve kişilerin yer ve statüsüne göre onların da varlığının ve etkisinin yansımaları da bu uygulamalarda kendine yer buldu. Toplumsal yada kişisel, günümüzde de kullandığımız çeşitli bayrak, imza, mühür arma ve daha nice yöntem ve semboller hala kendine toplumsal işleyişte yer bulmaya devam etmekte.
Bayrakların kullanımı tarihte eski Roma ve Mısır uygarlıklarına kadar geriye gitmekte, 11. yüzyılda Çin’de kayıt altına alınmış şekilde kullanılmaktadır. Eski Türklerde de bayrak kullanılmıştır. Bayrak kelimesi Türkçe’de Oğuzların ‘mızrak’ anlamında kullandığı batrak kelimesinden türemiştir. Uygurlar ‘saplamak’ anlamıyla batruk olarak kullanmış, yere saplanıp batırılan, çubuğun sonuna bağlanan ve o hanedanlığı temsil eden kumaş ve iplerin yanında madenlerden yapılmış kurt başları, kağanların sembolleri olmuşlardır.
Ingilizce’de flag olan bayrak, köken olarak dalgalanma, titreme anlamına gelen flakken sözcüğünden türemiştir. Özellikle orta çağlarda bazı soyluların ve ait oldukları ailelerin kendine ait, kral ve kraliçeler tarafından bahşedilen armaları vardır. Bayraklar ve üzerindeki renkler, desenler ve çeşitli sembollerle bir şövalyenin savaş içinde uzak bir mesafeden bile hangi aileye mensup olduğu, hatta o ailenin hangi üyesi olduğu bile anlaşılabilirdi.
Ailelerin soyluluklarına göre kullanabileceği renk, desen ve sembollerde farklılık gösteriyordu. Örneğin aslanın bulunduğu sancaklar sadece krallar tarafından kullanılabiliyordu. Armaların hem bütün kombinasyonu hemde kompozisyonun içindeki parçaların taşıdıkları anlam bu nedenle oldukça önemli ve aynı zamanda kişisel olabiliyordu.
Osmanlı’nın armasıda bu uzun ancak farklı bir gelenekten bize hediye gelmiştir. Kraliçe Victoria’nın görevlendirdiği Prens Charles Young’ın İstanbul’a gelerek yaptığı araştırmalarla Osmanlı’nın ilk armasını tasarlamıştır. Günümüze en çok bilinen hali ise yeniden tasarlanmış, 1882’de II. Abdülhamid tarafından kabul edilmiştir.
Gemilerin ait oldukları ülkelerin yada grupların bayraklarını taşıması bunun bir zorunluluk haline gelmeden çok öncesinde de uyguladıkları bir şeydi. Ancak gemi trafiğinin ve korsancılığın artması ile 18. yüzyılda zorunlu hale getirilmiştir. Günümüzde ise hem gemilerin ait oldukları ülkelerin hemde deniz trafiğinde birbirleriyle iletişimde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Günümüze her bireyin kendine ait imzaları vardır. Bu imzanın kolay taklit edilememesi, ve özgün olması oldukça önemlidir. Kişiyi her yönden temsil eden bu iz, binlerce yıldır insanlar tarafından bırakılmaktadır. Tarihte bulunan en eski imza, milattan önce 3100 yıllarında Sümer döneminden kalan bir kil tablette bulunmuştur.
İnsanların hem pratik hemde kişisel nedenlerde kendilerini ve ait oldukları toplumlara verdikleri semboller ve bunu hepsinin kabul edip uygulaması aslında bir yönden bizim hayal gücümüzü öne çıkarmaktadır. Bayrak, imza, arma, fiziksel olarak bir kağıttan, kil bir tabletten yada erimiş bir muma basılan baskıdan ibaretken, bir çubukta rüzgarda sallanan o kumaş ve üzerindeki desenler, maddelerinden çok daha derin anlamlar taşımaktadırlar.